20 Kasım 2010 Cumartesi

akrebeçalan kuşu, sektepe

Bir sürü geçmişim sürüldü ateşi göremediği yüzünden, hiç bilmediği krallıklara sürüldü sırra kadem, hiç görmediği sultanların buyruğuna verildi, akıncı edildi yerleşik düzene, uzak geleceklerden birinde durup bileklerini kesti yitik bir temmuzda, temmuz akşamlarına sürüldü ve terkedildi bütün kentlerden, teknesi alabora oldu yalnızlığının, izi çıktı bütün yaşadıklarının ve ama kimseyi inandıramadı nasıl geçmiş bulunduğundan, olmaması gerektiğinden, gitmemesi gerekliliğinden, temmuz akşamlarına sürüldü, elindeki iskambil destesinden gördüğü ıssızlıklara götürdü onu mevsimler, her mevsime ayrı ayrı bırakıldı yavaşça ve bıraktı tüm çöllerini, dünyalarını, patiklerini, damlalarını, damlarında üşüdüğü kışları, annesinin limon çiçeklerini, çok uzak bir yerlere döktü içini akşamları, çok sabah bir gündüze bırakıp gitti kederini, ama keder bıraktı geleceğe, geleceklerine, sabahları o geçmişin, o geçen geçmişin sabahı yani,boşuna doğurdu güneşi, boşuna döküldü üstümüzden, hiç yere duruldu sonra. Duruldu çünkü vakti zamanında öyle yapılırdı, öyle ansızın gidilir, usulca, çok kere pişman olmuş bir oğlan çocuğu gibi gidilirdi, çünkü öyle yapılırdı bir gitmek, böyleydi yani salon oğlanı nasıl ki arka kapıda ciğarasını söndürürdüyse aceleden, nasıl ki her piyango çekilişinde çok umarsızca bakılmışsa pencere camından çok uzak baharlara, nasıl ki bir rüya görüldüğünde gece olsun isteriz İstanbul’da bir kapalı çarşıda, bir Eminönü’nde, bir gecenin ortasındaki zifiriden bir gecede, işte öyle gitti geçe geçe, ama kimin dumanıydı bu çığlıklar bilirdi efendim, efendim bilirdi zaten biz karaköyden çıkılır sanırdık göklere, böyle delikanlı bir hatırası olsa keşke kartpostalların güzelim, güzelim deklanşör açık kaldığında pili bitiyor hayatın, işte öyle bir fotoğrafın gitmesiydi geçen, fotoğraflarda çıkan bir gitmekti bu geçip giden, ve madem geçmiyor bi türlü bir geçmiş zaman, yani artık eskitilmiyorsa acılar, borçları siliyor devletlü ama eksilmiyorsa bi türlü tavan arasındaki gürültü, yani bir fotoğraf sanatçısı edasıyla çekmişlerdir sanki her anı, yani madem tanrılar  sancısını çekmişseler bütün geçmişlerinin büsbütün, madem hava da biraz açınca afrika varken biyerlerde, karanlıklarımıza değmişse bir matem, böylece biz adamakıllı bir yas tutacakken, halimiz vaktimiz yerindeyken iyice bir yas tutacakken, ve böylece bir akrebe çalan kuşu yırtmışsa yerimizi yurdumuzu, mevzuumuz hep aldı kaçtı üzerineydiyse hala, bekârsak ve cebimizde metelik yoksa, boşuna bir gitmek kalır elimizde avucumuzda, yani tüm o gitmeler bir geçmişe boşunaydı, bir geçmişi terk etmek boşunaydı, beklemek, uzanmak, yazmak ve büyümek boşunaydı çünkü. Çünkü balık istifi gidilir otobüsle gidilirse, bir çağdan bir ceylan yuvasına.

ama yalnız gözlerin severdi senin iyi ki, belli belirsiz bir yaz günü gibi severdi ve, gözlerinde devlet yoktu, öyleyken husumet yoktu, töre yoktu, patika yoktu, bulgur pilavı yoktu, yalnız  mavi martılar varlardı ve uçarlardı sanki bulutlarla, sonra kıvrım kıvrım olmuş bir deniz eserdin sen bizlere doğru, seller getirirdin topraklarımıza, yaban getirirdin, avcıların avlanmadıkları kışlar bulup çıkarırdın yüzyıl Avrupa’sından, böylece biz yutardık sesini, sis çıkardı sabah sabah şahintepeye, ve çiğnerdik, göğsümüzde ezerdik, bölük pörçük ederdik seni, unutamazdık kısık bir yüzyıl geçtiğini sende, bir İstanbul kadar yalnızsın hem de, üstelik yağmur da değmiş üstümüze, üstelik düşünsene biz hala gençmişiz, çabucak bir cinayete alet  edilebiliyormuşuz, cinayet silahını elimizde bırakıyorlarmıştır hem, etraftan bağrışlar duyuyorum o halde ben, yani bir intikam çıkarabiliyormuşuz üstümüzde pıçak olursa, ve hala şahit gösteriliyoruz bazı evraklarda, bazen yasalar çıkıyor böylece, birilerinin mazgalına kül oluyoruz, alet oluyoruz günahlarına, ve ardından birkaç yaz gelip gitmişken, buluyoruz adamları paklayan bir sufi,herkesin terbiyeye hali vakti vardır yani ve bir şahid ve garnizon komutanları gerek savaşmaya çünkü savaşmak ıslanmak değil midir, çünkü hallederiz çabucak ağrıları sızıları, hallederiz  adamın boynu koptu kopacak çünkü, ve siz ardından hanımefendiye çarpmasaydınız Cumadır diye, siz sanki gözlerime çarptınız büsbütün heybetli, bütün gün beni aşık ettiniz adını veremeyeceğim güzellikte bir kıza, üstelik bi güzel azarlandınız yordamınca, o kaldırım şahittir, üstünüzdeki arabanız, sveteriniz ve sakalınız vardır iyi mi, ve bir çocuk daha bekliyor sevdiğinden Afrika, bir şiirin seyrini değiştirecek akşamlar oluyor bende iyisi mi.