1 Ocak 2011 Cumartesi

şakira kadar oldu gibi geliyorsa ve

Bir kızın akreplerini astığı boynundadır acıları diye bir his, ve iki kulaç ötede iki çift laf etseydik de kazanmış olaydık tüm o kahramanlık ve hainlik nişanlarını, diye bir his ki kurşunları çıkarmıştı içerilerimizden muaviye olacak halife, çünkü üzerimize doğru oklarını saplayabilsin diye iyice, oysa dün iki kere ne de güzel baktı bana güldüğünde, oysa akreplerini görüyordum apaçık ve bu bir çok savaş yerinde ateşkesler imzalanmasın diye acıtırdı da bizi, böylece acıtsaydı keşke herkesi en az bir yerinden, en az benim esir alındığım kadar bile olsa,
keşke bir yurt olarak geçseydim seni diye, seyahatlerindeki bir keşiş için imzalı bir duvar, yanık bir sesten çıkmış kadar lavlar sürseydi bana ejderler,
keşke bir düş olarak bıraksaydım seni vadilerime, keşke en kuytu çay aralarındaki bu sara nöbetlerimizin ödüne, bu ikmale kalmış lanetlerimize bıraksayidim ve karanlık localarımıza bilet ayırtsaydık senin ilk gençliğin için, ki bir karanlık bastıraydı ilham olacaktı bu kahinlere ve, silahlarını indirmiş gibi olacaklardı omuzlarından aynı zamanda, bizden intikam alabileceklerdi koşa koşa sonra, ve madem beni bu akrepler zehirlemeyecek kadar atmamışlardı yüksek katlı bir gökyüzünden, ve tanrının bu gecikmişliği aynalarımızda, ve denizlerimizin üstüne dökmesi tüm o şavkını güneşlerinin, boyalı dudaklarını bastırması gibi miydi yani hüsn-ü melalini yanaklarımıza,
ve küfre dönerdi bu yazılar geçici bir zaman için, geçinemezdik hayatla çünkü mağlup çıkıyorduk her çatışmadan, yani akreplerinden miydi neydiyse baktı  işte bana, çünkü bundan bir pıçak saplanırdı nihayet kemiklerimize değin, ciğerlerimizi delermiş gibi görünen sivri uçlarından ilk sözlerim, ve o vakte kadar nerdeydin ulan sen, nerdeydin ulan saat kaç oldu diye annelerin sana kızmasından ileri geliyordur hayat, bu kızmalardan olur hayat, bundan ibarettir ve ben sana gül takayım, bu acele redd-i hakim kararlarını bildim bu sebepten, ben sana bir gül, ve o bir baktı ki güneş batmış idi biz girene dek Anadolu’nun içerilerine bir İskender edasıyla, ve fakat içkiler söylenince düş gördüğüm bilinmesin kadar gerim gerim gerilmiştim çarmıhlarına, bedenim bir dolunayın çemberine siper etti kendini çünkü ser verilsin içindi bizim savaşlarımız, çünkü Diyarbakır’da güneş batmıştı ama Kars’a karışmam ben, çünkü Diyarbakır’dan göç ederken masaya neler bıraktığımı bir görseydiniz, alacaklılar gelmişti yanlanırda yedi sülaleleriyle, ve o köpek olasıca köpekler nasıl da hüzünlenmiştiler öyle gece yarısı…
         Biri orda caz dinliyor, biri bakıyor etrafına dans ederken, biri resim çizerken dünyada bir pıçak izi, biri çocuklara hikayeler anlatırken anneleri dayanamayıp ölüyor, başkası koyverip gidiyor sevdiğinden her nerede oluyorsa, bu bize şarap içmemiz için yeteri kadar hüzün veriyor, yeteri kadar çölü getiriyor aklımıza, ve şarap içiyoruz diye çölü boşaltıyorlar sınırlarımızda neticede, neticede her yeri tozutmuşlardı zaten niyorklu gerillalar, ve zaten ayrıldığımıza çok yakışıyordu bu iklim, bu havalar nasıl da isyanı getiriyordu akıllara. Ki bu havalar çölün içinde olsa kaburgalarımızdaki kiliselerimizde olay çıkar -(ah muhsinin kaburgalarında)-, bu havalar zaten biraz emanettir bize çöllerden ya, biri resim çekerken bunu da alır artık içerisine.
Zaten bize kalsa, çöl bu saate kadar kapanır ağabeyler, zaten bize kalsa boğazımıza iyi gelir bu sabır, bir atkı atarız bakarsınız boynumuza, bir savaş çıkarırız inerken trenlerden, ineriz atlarımızla mektebe, yakarız yemekten sonra sigarasını ve doyarız sahici, çünkü doymamız uzun sürmez bizim ki iki vakur cinayetin başınadır doymamız, bağırır çağırırız oğullarımıza ve kızlarımıza, öperiz onları tüylerinden sonra, yıkarız tüm başka şehirleri adamların ve kadınların başına, sonra o şehirleri yeniden kurar, saatlerini kurarız ölmelerimizin, gözlerimiz kan çanak ve yıkarız tekrar tekrar tüm kentleri, dişleriz sokaklarını caddelerini hayatlarınızın, utanırız sonra tüm olanlardan, bir yolunu bulup utanırız yaptıklarımızdan, bir yolunu bulup pişman oluruz yaşamağa ve yaşlanmağa. ve yılbaşında bir atom bombasının başlığına değsem ve çıkmasam da, bir atom bombasının hiroşimasına değsem de şimdi keşke, değsem çünkü hayat galip gelmese hep, mesela motordan düşmüştüm nagazakinin yerine.
yani biz her cinayete uyan failleriz biraz, biz yalnızlık ederiz insanlara. yalnızlıklarınız yani akşamlarınız, yani yaşamanın diğer kıyısından başlattığınız devrik ve muhalif cümleleriniz, akşamlarınız ki bulaşır bize sahte etlerinizden sıçrayan çiğ yalanlarla, akşamlarınız ki bir rüzgar çıkarsa nasıl da kaybolursunuz ve bulunursunuz , gezinirsiniz kaçışlarınızda, şarkılarınızda bahseder durursunuz yalnızlıklarınızdan, atkılar atarsınız boyunlarınıza ki çok hüzünlenebilesiniz, çok hüzünlenebilirsiniz karanlık bastırınca sokağa abiler ,
üzerinizdeki dağı çekip atarsınız, hüzünlenir elin oğlu ve siz buna dayanırsınız, siz buna dayanın  ki gül verelim size hem,  hem  siz nerelisiniz böyle, sizden annem görse akşama dayak yerdik kesin, buzullar akmaya başlardı ahtapotlar rahat etsin için, ve çok ve benzeri dualara sümüğümüz değerse aşka gerek kalmaz, ki bu mayıs en sevdiğim şaire gelsin üstüm başım perişan halde, ki bu işçilerin havarilerde gönülleri  olmazsa bile, sağlam bir savunma örneği verildiğinde örneğin bu kargışa, bu heyulalara, bu felana , bu filana karşı, hunharca affedeler herkesi oturup,karar alıp, yaşlar döküp, inşa edip başka yalnızlıkları, ki aşıklar ölmez ama bırak da gül takayım sana , bırak ve görmezlikten gelsinler bir müddet daha hayatı, satsınlar dilediklerince yoksa bizi asarlar, bizi gömerler boğazlara,
       hem daha bizi sallandıracaktılar darağaçlarında hekim tavsiyesi üzerine, argoda bir kıyıma uğrayacaktık ve bir uğrayan çıkarsa ölüme, bizim yerimize ve sehpanın üstüne,  katlimizi vacip görsünler böylece geç oldu böyle, ve açıkçası böyle daha muhafazakar ölürüz biz de,
bizi yılbaşı kutlamalarında argoda amele, bizi sözlükte kar harfinin üstünde oturup küfrederken nicedir, bizi Van’da bizi Kerbela’da Bağdat’ta görsünler böylece, bizi göç ederken, kervanlarımız olmadan göç ederken ve yalnız , gül verirken , gül beslerken, kahırlar çekerek geberirken, bizi gebe kalırken kederleri yaşamaktan, doğururken kahpelikleri görsünler,
zaten yıllarca bu olduk da tanındık, yıllarca öldük ki dirildik, ziyan oldu hayat ama eğmedik boynumuzu haklıların puştların önünde, önünde eğmeyiz daha sana gül versem bari,

yıllarca kime neden kin güttüğümüzü bir bilene danışmadan, bitene kadar tüm bu deprem ve işgaller, ve savaşmayı cephe gerilerinden takip etmeyi çok sevdiğimizi sanaraktan, bu işi çok bildiğimize aldatılaraktan, bildiğimize güçlü güçlü iman ederekten, zaman içinde sevinçle karışık bir kurdeşen dökünüyorduk hayata, etimiz çoğalıyordu toprağın köklerine doğru, ve acı çekmek atlıları geri çekmeye gücümüzün yetmemesi içindi, gücümüz yettiğince geri çekilebiliyor ve fakat bu bizim pıçaklarımızı keskinleştirmiyordu, oysa acı çeker gibi gereğince süremedik atlarımızı, konuşamadık söyleyeceklerimizi, boğazımızda düğümlendi hayat, atkılarımızı boynumuza doladıysak bile galip çıkardı hayat yine de bu mücadelelerden, çünkü sarı saçlıydı ve obur, çünkü kış başlamış ve hırkamızı serdikleri denizin dalgaları içimizde köpürüyordu hala, çünkü biz kötüysek leşimizi kurtlar yesin…