17 Eylül 2011 Cumartesi

gayet netim bu konuda

sonuçta tutundum bir dala

şunu sev dediler sevdim ama kendimin dediklerini yapma konusunda hamarat sayılmam, ona göre de akşamleyin düşünmek için epey vakit ayırıyorum seçmek işine, neyi seçeceğime bağlı olarak milyonlarca yön işareti, trafik ışığı ve şehirler var, perişan kederli, perişan hüzünlü biriyim, siyah giyemem ben, beyaz giyemem, insanlar uçma eksikliği olan öfkeli şeylerdir böylece. nokta.  

çoğunlukla eksikliğimi hissetmiyor hayat,  bu kimi mutlu ediyor bilmiyorum, bakire olmak kır çiçeği olmak gibi. kaygı verici şeyleri istemiyorum. ve kaygı verici şeyler oluyor hep yanımda, istemediğim boşluklar doluyor avucuma, atıyorum atıyorum çoğalıyorlar, bu beni ne kadar post modern yapabilir ki. Ben bunları postmodern olmak için mi yapıyorum sence, bi düşün…

ben misal bir dağım, sonsuz yüksek bir dağ.hiç keyifli olmam o zaman.   

her şeye karşı bölük pörçüğüm. çıplağım, boğulmanın güneşiyim, en büyüğüm şu odada.

basit olmayı hep gizledim kendimden,oysa basit en karmakarışıktır aynı zamanda. alışılan şeylere olan özlemimi bastıramıyorum bi türlü.

Sakin olmakla ilgili bir nehirde ne yaparım, duramam oralarda, beni çağırın lütfen, beni bi filmin içine atın.



Yaşarken ölmeyi gerektirecek hallerden herkese nasip olmuş mudur, sanmıyorum. Siz hiç trende bir hırsız olmayı görebildiniz mi? rezil olmak kimseye yakışmıyor abiler, rezil olmaya mecbur kalındığı için rezil olunur ancak. biraz daha büyüyelim, biraz ve daha . Eyvallah.

 garson, tabaklara salata dolduran elemana
-bir tabak salata verir misin? diyor
eleman da (esas kahraman)
-tabii ki veririm, veremem mi zannediyorsun? diye karşılık veriyor

-sigara içmeyi özlemek başka anlamlara da geliyor,

Hoşça kal demek çok zor ve hatırlamanın kıskançlıkla ilgisi var mıdır bilmiyorum. Gelin bunu sorgulayalım. Sigarayı yeni bırakan birine yardımınız dokunmuş olur böylece, hele böylesi bir dünyada yardım etmek artık çok önemli, bunun siz de idrakindesinizdir. Birisi sigara içerken hiç de sağlam temellerimin olmadığını apaçık izliyorum, sakin olmayı aklımdan geçiremiyorum böylesi durumlarda, içimde ona karşı hazır tuttuğum yalancı tavrım yok oluyordur yavaş yavaş. işgale hazırlanmak ne kadar da hazin bir şey, hem de ne kadar beklenen bir şey değil mi? peki Ben sigarayı başkalarından kıskanıyorum mudur nedir bu? Bana biraz fazla yardım edin lütfen. Belki de kıskançlık değildir bunun adı ama aynı zamanda belki de öyledir, cevap henüz net değil gördüğünüz gibi.  

Ama önümüzde bi kaç raunt daha var, bir şeyler daha yazalım bakalım bitecek mi bu yazı.

Onları öyle birbirlerinin sevgilisiymiş gibi görmek çok fena, bi de ben yokken nasıl eğleniyorlardır Allah bilir.

Özlemek mi ya da kıskanmak mı daha ağır basıyor şimdi hala bir karar veremedim, ya siz? Olsun devam edelim, gemi daha kalkmış değil nasıl olsa. Ama saygılı günleri geride bırakmışım sizin de gördüğünüz üzre. Çok sinirliyim…  bu beni artiz kılan özelliğim.


Birinin arkasından çok konuşuyorsanız ( hem de kovboy şapkası varken kafada) bu sizin onu kolay kolay unutamayacağınızı mı gösterir (kovboy şapkası unuttuğunuzu bildirmek için insanlara, kovboy şapkası gözünüzü insanlardan kaçırmaya....(dört nokta attım oraya olum, yeterince anlamışsındır diye ha))? Demek ki vazgeçtiğimizi saklayıp gizlemeliyiz ki hatırlamayabilelim öyle mi? yo yo hayır buna ben bile katılamam doğrusu(belki de katlanamam). açıkçası unutmayacağımız şeylerin alayının bizatihi farkındayızdır, yıllar yıllar öncesinden bile bilebiliriz neyi ve kimleri unutmayacağımızı, lütfen, lütfen, onlar hakkında tek kelime bile etmesek de, ya da herkeslerle oturup kalkıp herkeslerle onları konuşup dursak da (herkeslerle oturmanın nedeni de bir nevi herkeslere ondan (unutamadığınız ondan) bahsedip durmaktır ya neyse) , hatta sürekli etrafımızda bulunsalar veya bizlerden binlerce yıl uzakta yaşasalar dahi, yine de kolay unutulacaklar kolay unutulurlar, zoru zoruna unutulacaklar ise sıralarını beklerler. Peki bu tarz şeyler, (bu şeylere elbete insanlar dahil ama, esas maksadım size sigarayla aramdaki münasebeti anlatmak olduğundan, bağışlarsanız ve anlayış göstereceğinizi umarak en çok sigara dahil diyeceğim) neden hep zor unutulacaklar listesinin top onlarında filan olurlar, peki niye bünyemizi ve beynimizin her yerini bu denli çok işgal ederler, onlara olan bu zavallı bağlılığımız, onlara karşı olan bu süprüntülü esrarkeşliğimiz nerden geliyor?
Sigarayla aramda geçenler nerdeyse böyle, ama beni tekrar ona döndürmeye çalışan asıl güç nedir, bilelim de ona göre malzeme alalım alışveriş merkezinden.

Sigara ve ben, dünya gelsin de aşk görsün…

Ancak unutabileceklerinizi terk edin yoksa infilak olursunuz. Yoksa geri dönmekten mideniz bulansa bile, ona geri dönmemeyi beceremezsiniz bi türlü. (bkz. zeki demirkubuz: kader)

 Bu yaşa gelmişsin ve hiçbir şeye hoşça kal diyemiyorsun artık, bu çok zor. Bunu yazdığım için özür dilerim.




Çoktandır unuttuğumu sandığım şeyler, bugün tüm çıplaklıklarıyla karşımdalar, bunlara karşı önlem olarak BİR VAZOM BİLE YOK, evimdeki zıkkımların kökleriyle besleniyorum son günlerde, ama televizyon seyretmeyip karanlıktan korkmamayı öğrenince, dünya yine de zul yine de zul.

KİM İDİ BİZİM DAVADA İÇEN YARGIÇ

Şubattı, soğuktu, özlüyorduk
diyordu ve bir daha diyecekti yargıç
kendini karanlığa hazırlar misali gündüzün çok içerdi
küfrünü eder pencereden ve sabah sabah ne çok içerdi
şimdi ben küfrediyorum ya hiçbirinize yetmeyecek bu küfürler
 derdi ve bir daha diyecekti yargıç
o yargıç ki hep uslandığını iddia edip
her gece yağmurdan sonra ancak yatıştırılabilen
bir karanlık bağımlısıydı ve bir karanlık bağımlısıydı
aynı bizler gibi ve sizler, aynı gözünü kestirdiği o diğerleri gibi
ama kimsenin gökyüzüne kimsenin sözü geçmiyordu
müzik hafif dingindi hep, rüzgâr çok çevikti
biz yalnızdık, ölene kadar çöldeki bir bedevi olarak yaşıyor gibi
dallanıp budaklanıyordu her an her yere olan özlemimiz
rüzgâr çok garipti, müzik hafif sarhoştu hep
ve yani gözleri korkmuştu bundan bütün gardiyanların ki
bizi daha kapalı odalara bırakmıştılar, bizi daha karanlık ve
yıldızları sayılır bırakmıştılar ve leyleklerle martıları pencereden bakınca
sanki bizden çok uzağa göçecekmiş gibi uçurmuşlardı onları da
ama kimsenin sesi yoktu kimsenin parası pulu
sanki biz onlardan on yaş daha erken ölecektik sanki biz aniden
kimsenin sesi yokken hem de, kimsenin parası pulu


balkonlu yazlar geçirip duruyorduk üst üste, şarkılı, kavgalı gürültülü
bir tek denizimiz eksikti nerdeyse, belki de bir tek denizimiz
gittiğimiz yer çölün içinde bir İstanbul’du hep, olsun, bu hep olsun
döndüğümüz yerse coğrafyada değildi henüz
yargıç kararını verene dek özlemeyecektik güya kimseyi
güya kimseyi eski sevgililerimize benzetmeyecektik güya
bunu derken şubat mıydı neydi, ama özlüyor muyduk neydik
bir sabah uyandık artık ve bir sabah niye uyandıksa işte
hiç bi rüzgârın uçuramayacağı uçurtmalar yaptık durduk
sahilde olduğumuzu unutarak sahile kadar yürüyüp durduk
sonra hepsinden vazgeçtik, vazgeçtiklerimizden de, yargıçtan da
niyeyse döndük işte, bir şarkının sonundaki kadın sesini özleyerek belki
belki bıçağın keskin tarafını özledik bahçesi olan evlerde sessizce
bir sessizliğin ellerini yakalayıp bırakmamak üzere özledik her şeyi
sevgili kıldık kendimizi sessizliğe ve yeşil duvarlı odalara belki
yaralarımızdan çeksinler diye tuzlarını belki de




şimdi canım çay çekiyor ve sigara çekiyor ve alkol çekiyor desem bile
canım çay çekiyor ve sigara çekiyor ve alkol çekiyor anlamına gelmiyor ki kelimeler