14 Aralık 2010 Salı

gönül! sus

susun!
geç oldu artık göç bitti, çadırları kuruldu şehirlerimizin ve ateş yakacağız, nehirler kuruldu bitti bile, amanlarımız oflarımız söylendi, özdeyişlerimiz, çığlıklarımız söylendi ve duyuldu, yüzyıllarımız, binyıllarımız, asırlarımız, günlerimiz tükendi beyler, ellerimizden kayıp gitti eskilerimiz, şarkılar örtmedi kirimizi, bluzlarınız örtmedi ama elinizden geleni yaptınız nasılsa. Bulutlar, Merkürler, Polisler aldılar götürdüler bizi, yani masadan kalkalı çok oldu beyler, şarkılarımızı yarıda bırakıp sigaralarımıza kaldığı yerden devam ediyoruz, çünkü bununla inandırabiliyoruz herkesleri ve hiç kimseyi hasta olduğumuza, yaralandığımıza, yaralar edindiğimize. Ve durup düşünmelerine engel olabilecek bir uğraş edinmeleri için, ve bize güvenmemeleri için çirkinizdir doğuştan, böylece bizi tarıyorlar, kokular sürüp öpüyorlar ve el sallıyorlar, ve siliyorlar alnımızdaki teri. yol üstünde yıllar yılı kaptığımız vebalar bizi iyileştirdi gibi, ıslandık göklerimize kadar, ıslandık cebimizde metelik yoktu, kavgalarımızın tarihlerini ezberledik biz de ne yapalım, savaşlarımıza düşman aradık biz de ne yapalım, çengelli iğnelerle birbirine iliştirdik kaybettiklerimizi ki yıpratmasın zebaniler oralarda öyle, karakollarımızı basmasınlar diye ne dediyseler katıldık böylece, onayladık, gülüp geçtik, şeker ikram ettik vesaire. Ve suçlarımıza ortak ettik gelecek nesillerimizi, ve kuşlar döndüler köyden, ve geri yerleştirdiler hayatlarımızı uçarak, ve uçarak sustular sonra.
susun ki devam edebilelim ölmeye                                                                                                                                                          susun az kaldı
ceplerimizi doldurdu tanrı, harçlık verdi, buğday verdi, toprak bir de, ve aşklar yaptık buğdaydan samandan, topraktan sudan, günahtan sevaptan aşklar yaptık, kemiklerimizden, uzaklarımızdan yakınlarımızdan, evlerimizden arabalarımızdan aşklar yaptık, arkadaşlarımızdan, akrabalarımızdan aşklar, karaborsacılarımızdan tezgahtarlarımıza kadar her şeyden, herkesten aşklar yaptık, sonra dur dedi general, hizaya geçin, öbürlerinden ayrıldık böylece, sonra kavrulduk güneşin içinde sonra savrulduk, oysa koş demişti general, oysa rüzgarı getir, oysa bilmezdi kimse daha, biz rüzgar etsek kış olur diye, oysa ben konuştum kuşlarla, koştum ve içki içtim onlarla, rıhtıma indim, ağladım tüm yağmurları, üstelik daha beni yıkayacaklardı, beni kurban edeceklerdi tanrının huzurunda, ama kimse bilmezdi ki biz yansak güneş terlerdi alnından, oysa biz cehennemdik üstelik, oysa biz yansak bu bizim gitmemize bir işaretti,  ve biz yansak kör olurdu İstanbul-diyarbakır otobüsleri, cenneti boylardı firavunlar,
susun ki işitilsin susmalarımız                                                                                                                                                                 susun ki tanrının huzurunda