1 Haziran 2013 Cumartesi

güldüğün zaman ne olur biliyorsundur

Sivasa kadı olsan da, fenere santrafor da
Biraz sürse de gözünün ışıllığı, yüzünün gözü
Ağır Aksaklığı kelimelerin, taranmışlığı saçlarının
Seni reklamlarla ayartan sevgili ihtiyaçların
Senin malborolarınla bir başınalığın
Bir başınalığının bir başınalığı hatta
Hatta bizim evlerin önü eskiden govendlerle
çiğnenip eskitilmiştir hatta
Pek uzağa kaçamıyorlardır bi türlü senden, seni bulup getirtiyorlar
Hızlı trenlerde, ağır aksak ve ağır aksak
Dedem geldi aklıma böylelikle
Bunlara şaşırmanın ağır aksak gülmesiydi dedem
Desem 1989 senesi için, desem kirli bir aynamız bile yoktur için
Öleceğimi anlamakta bu kadar uzun bekleyişim
Bir ceviz ağacından düşüşüme denk geldiği için
Bir kızın memelerini sıkmak için dört kere merhaba
Ve adı Tuğba olanlar için
Hem de öyle nasıl bir taş gibiydi için

Kısa pantolon giymeden çocukluk yapanlar da vardır
Ve öldürülmeye en müsait çocuklardır köylülerinki
bayram sabahı ve ezan, bayram sabahı ve ezan
Erkenden ve mecburen camiye koşanlar için
Daha bir manzume bile yazılmamıştır
Anlıyabiliyor musunuz beni yemin ederim?
Pek uzağa gidemez, eli kulağındadır seni bulmasının
Bizi bulanların, bizi kana ve biraz elma kokusuna bulayanların
Döğüşlerinin, en gizli pusulardan, en isabetli oklardan
Kurtulmanın olimpiyat şampiyonu, gezme tozma şampiyonu
Yani içindeki pisliğin, hamam böceklerinin
İçi puştluklarla doludur yemin ederim
Bir otobüse atlamış da geliyormuş gibi yapmadan geliyordur sanki
Senden çok hoşlanmıştır işte, ara ara aklından çıkmıyorsun
Bunu bil artık

Bu huzursuzluk, bu tükenmek bilmez, yazılmış kesinliğin
Kesinliğinin batısı, köy boşaltılırken düşünülen şehirlerin
aynısıdır yemin ederim.

Ben nereye nasıl geldim
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum
Kimi tanıdığımı ve neden koltukta oturan bir sigaraya dönüştüğümü
Neden bilmem gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yok
Lazım da değil
Ve bir şey zaten beni çoktan,yani çoktandır bir şeyler zaten olmaktaydı
Biz, haberimiz, yokken
Ben yazılan biriyim, örneğin yazıyorlar ve benim çişim gelebiliyor
kadar Türkçem vardır
Örneğin kaderimiz olan o kırmızı
Dünyaya kırmızı renkli bakışlarımız yani
öylesine tuhaftı ki, bu tuhaflığımızı örteceğiz ve kimse görmesin için
ne kadar çok marş vardıysa hepsini teker teker okumak zorunda
olmak yemin ederim, şimdiye kadar hiç de zor değildi,
dedim ya geç anlamıştım öleceğimi anlamayı
yani sizin bütün Yazılarınızı okuyoruz ve saygı duruşları başlıyor maalesef
Marşlarla devam ediyor sizin çaresiz Müslümanlığınız

sonra sana kaçılabileceğine dair bir his bir şüphe
bir şehrin kirli bir damından atlayıp
sanki ,yağmurla beraber yağmur gibi, düştü üzerime
ellerim bu ıslaklığı şaşkınlık içinde
durup beklemek gibi anladı.
Kaçtım şiirlerle, uykularla ve açık kalmış pencerelerinle
Yağmurun yağışını kaçtım ve bütün perdeleri ben açtım
Otobüse atladım ve dünya serinledi benim neşem yüzünden
Yenilgi yenilgi büyüyen esmerliğinle, (bu arada güzelliğini esmerliğine borçlu olanlara
selam verdim, bu çok elzemdi benim için)
Facoult ne demiş, gazeteler ne demiş gevezeliğinin
Acıklı bir filme benzemesiyle
Bir erkeğin aklından geçenleri bilen kızların
Ne kadar oruspu olabilecekleri konusunda
Aklımdan geçenlerle
Manav bana uzun bakarken
neyi kastetmiş olabilir gibi hususi ve küçük dertlerimle
altüst olmuş kalmışken
çocuklara en fazla nasıl ağlayacaklarını öğreten sen ve dünya
sen ve köşede birdenbire karşılaştığın malum öfken
geçip gitmiyor ve geçip gitmiyorsa
kim daha çok yalan söylemiştir bilemedim
vallahi.