le grand parmak la porte
sevgili şermin, hayrünnisa, saadet hanım;
bu memlekette aydın karı yok! diyen efendiler;
geçerken şöyle uğrayın bir perşembeleri,
vallah topunuzla sidik yarışı eder...
mozart hatırlatınca da, beethoven ezber;
matmazelinden mandolin dersi almış kadın.
heykel hususunda alkışı milyon değer;
şahitler: dökümcü izak'la despieau'nun baldızı, canım...
sen kim oluyorsun, ben kim oluyorum, o kim oluyor?
koskoca yahya kemal'e tenezzül etmemiş kadın!
ayaküstü verlaine, yatağa girince baudelaire...
dikkat edin, pörsümesin kauçuk memeleri,
şurasına yastık, burasına minder...
bedri rahmi'ymiş, balaban'mış boş verir öyle şeylere;
salvador dali'yi sokakta görmüş kadın!
gitse gitse muhsin'e gider,
dümbüllü'ye gitmez tabii
comedie-française seyretmiş kadın.
le grand parmak la porte, yaaa, ne sandın?
gâvurcanın ruhunu bilirmiş meğer!
sanatsever, oğlansever, kızsever...
kendisi kısır, kocası hadım.
ne de olsa avrupa görmüş kadın!
ama o ağır ağır böğürüyordu, haincesine, gözyaşları akıtmadan; dünyada bütün sesi çıkmayan sefaletin önemli umutsuz sesi...
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Bir Metin Eloğlu şiiri
-hazır kasabaya inmişken birde resim çektirelim dedik-
nutuklarda kitaplarda öyle dedik,
biraz efendi durun;
kurağı, sıtmayı, hasta öküzü
bir an için unutun;
karnınız tokmuş, sırtınız pekmiş gibi,
şöyle güler yüzlü bi resminizi çekelim;
torunlarınıza yadigar kalsın.
gülün yahu,
adamı sinirlendirmeyin !
kusura kalma resimci bey,
gülmesini bilmiyoruz ki...
nutuklarda kitaplarda öyle dedik,
biraz efendi durun;
kurağı, sıtmayı, hasta öküzü
bir an için unutun;
karnınız tokmuş, sırtınız pekmiş gibi,
şöyle güler yüzlü bi resminizi çekelim;
torunlarınıza yadigar kalsın.
gülün yahu,
adamı sinirlendirmeyin !
kusura kalma resimci bey,
gülmesini bilmiyoruz ki...
bir metin eloğlu şiiri.
aşk mektubu
dün akşam senden ayrıldıktan sonra,
ilyas'lara gittim.
oturup şu evlenme meselesini uzun uzun konuştuk;
karısı da akla yakın şeyler söyledi:
ben gerçi onu severim, dedi;
beraberce yaşayıp gitmenizi kim istemez?
ama, yoksulluğa alışkın değildir o;
açlığa, yalınkat döşeklere pek katlanamaz.
dinledikçe, kızcağıza hak verdim;
bu iş olmayacak gibime geliyor, ne dersin?
sen öyle görmüşsün büyüklerinden;
dört kap yemekli sofralar görmüşsün,
karpuz kollu yaz entarileri görmüşsün;
yattığın yataklar herhalde somyalıdır;
haftada bir-iki, sinemaya gidersiniz evcek...
hayat pahalı, sana pabuç alamam;
papucu bırak, şöyle karın doyurucu bir şeyler de alamam;
kitap alamam mesela,
radyo alamam, tiyatro bileti alamam;
gençsin birçok şeylerde gönlün kalacak.
peşin söylemeli ki sonra bana gücenmeyesin;
benim cigaram var, rakım var;
alıştığım insanlar var bunca yıldır,
sevdiğim, inandığım;
onlarla görüşmeden edemem.
hepsini kabullensen bile, günü nasıl kurtaracağız;
memurluk bana gelmez
ticaret filan da yapamam, yaradılışım böyle;
çelimsizim, taş kıramam.
ben yazarak, çizerek geçinmek zorundayım;
diyeceksin ki; ölme eşeğim ölme!
sen bir aralık demiştin ki:
gerekirse, ben de çalışırım demiştin;
ingilizce'den tercümeler yaparım, dikiş dikerim;
el işine koşmak gücüme gitmez;
annem bana bunların hepsini öğretti.
benim anam da iyi kadındır, biliyorsun;
sana kaynanalık etmez tabii.
ama, hastalıklı, eli işe varmıyor;
bulaşık mı yıkayacaksın, tercüme mi yapacaksın;
ortalığı mı süpüreceksin, dikiş mi dikeceksin?
bir gün, beş gün değil ki bu;
gençliğini de yitirince hayattan soğuyacaksın.
ben şiir de yazıyorum, biliyorsun
şiirimde barış gibi, hürriyet gibi sözler geçiyor;
buna içerleyenler olacak belki,
bu güzelim işe bir kulp takıverecekler;
cezaevlerine düşeceğim, sen yapayalnız dışarda...
bu mektubu postaya vermeden önce,
şöyle bir gözden geçirdim;
başka kusurlarım olsaydı,
emin ol, onları da yazacaktım.
bak düşün taşın.
dün akşam senden ayrıldıktan sonra,
ilyas'lara gittim.
oturup şu evlenme meselesini uzun uzun konuştuk;
karısı da akla yakın şeyler söyledi:
ben gerçi onu severim, dedi;
beraberce yaşayıp gitmenizi kim istemez?
ama, yoksulluğa alışkın değildir o;
açlığa, yalınkat döşeklere pek katlanamaz.
dinledikçe, kızcağıza hak verdim;
bu iş olmayacak gibime geliyor, ne dersin?
sen öyle görmüşsün büyüklerinden;
dört kap yemekli sofralar görmüşsün,
karpuz kollu yaz entarileri görmüşsün;
yattığın yataklar herhalde somyalıdır;
haftada bir-iki, sinemaya gidersiniz evcek...
hayat pahalı, sana pabuç alamam;
papucu bırak, şöyle karın doyurucu bir şeyler de alamam;
kitap alamam mesela,
radyo alamam, tiyatro bileti alamam;
gençsin birçok şeylerde gönlün kalacak.
peşin söylemeli ki sonra bana gücenmeyesin;
benim cigaram var, rakım var;
alıştığım insanlar var bunca yıldır,
sevdiğim, inandığım;
onlarla görüşmeden edemem.
hepsini kabullensen bile, günü nasıl kurtaracağız;
memurluk bana gelmez
ticaret filan da yapamam, yaradılışım böyle;
çelimsizim, taş kıramam.
ben yazarak, çizerek geçinmek zorundayım;
diyeceksin ki; ölme eşeğim ölme!
sen bir aralık demiştin ki:
gerekirse, ben de çalışırım demiştin;
ingilizce'den tercümeler yaparım, dikiş dikerim;
el işine koşmak gücüme gitmez;
annem bana bunların hepsini öğretti.
benim anam da iyi kadındır, biliyorsun;
sana kaynanalık etmez tabii.
ama, hastalıklı, eli işe varmıyor;
bulaşık mı yıkayacaksın, tercüme mi yapacaksın;
ortalığı mı süpüreceksin, dikiş mi dikeceksin?
bir gün, beş gün değil ki bu;
gençliğini de yitirince hayattan soğuyacaksın.
ben şiir de yazıyorum, biliyorsun
şiirimde barış gibi, hürriyet gibi sözler geçiyor;
buna içerleyenler olacak belki,
bu güzelim işe bir kulp takıverecekler;
cezaevlerine düşeceğim, sen yapayalnız dışarda...
bu mektubu postaya vermeden önce,
şöyle bir gözden geçirdim;
başka kusurlarım olsaydı,
emin ol, onları da yazacaktım.
bak düşün taşın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)