25 Haziran 2011 Cumartesi

uslanmıyor yine

önce seni toplayıp astım duvarın ustalıklı ıssızlığına
tüfeksiz astım ve ceylan gözlerini
onlardan ayrı olman dileğiyle gidip meyve bıçağını aldım
karşında olmak dileğinden içim burkuldu, meyveleri aldım
aldım baktım kanıyor her yerinden senin iplikli vücudun
pek de derine batırmamıştım ben sandığın kılıçları
oysa rabbim bir yüreği ne büyük ustalıkla yerleştirmiş idi
kanadığı yerden çıkıyordu bütün sevmeler
ve bu işin peşini bırakmayacağıma dair soygunlardan
en açık mavi bluzlu olan gökleri gördüm
büyümek için bilmem ne kadar gereken
aşklardan geçtim
bakışlarının en ürkek ürkek bakanından ve hayretle geçtim
inan o seferliğine yırtılmıştı üstüm başım
inan bu kez o şarkı çalsın radyoda

o değil de yağmurda ıslanınca ud sesleri gelmişti
o değil de akşamleyin tamı tamına saat beşte
tamı tamına dünyanın en ülserli mevsiminde
ilk kez kimse yoktu gibiydi telefon çalmaz sırasında
gelenler nerdeydi ve gidenlerin üstleri yırtılmıştı
çünkü belki seni görenlerin üstü başı yırtılıyordu ve biz içiyorduk öyle de değil mi
ve bize bağıranların üstüne içiyorduk öyle de değil mi
iki şartımız vardı her birimizin de meclislerini dağıtmamıza yetecek
iki dinamitin patlayacağı haberi, duyanların bayrakları için
zoru zoruna ve iki sihirli tokatla uyandırılacak olsaydık bile uykudan
yağmur yağıyordu sahiden, allah’ı biliyorduk, salçalı ekmekle bile

20 Haziran 2011 Pazartesi

Ormanların Gümbürtüsü AhmetGüntan

Artık hiçbir şeye karşı değilmiş gibi kayıtsızım

Ben ki bir atın sırtındayım, ruhum dinlenmiş, şarkılar eski tadlarını veriyorlar, ve kahve fincanlarımı görüyorum, güneşi görüyorum, alıp başımı gidebiliyorum, hasta olabiliyorum, birinin ellerinden tutmaktan başlıyorum sabaha, ya da sabah bildiğiniz gibi, hep olduğu üzere, sakıncasız şeyleri koynuma almanın mangasından, dayaklar yiyorum, ışık sönüyor ve uyuyorum. Herkesi sevebilmeye yeminler olsun bu vakitlerde, ben ki hiç olmazsa bir atın sırtındayım, öyle devam ediyorum akşamlara, kısacası şiiri çok seviyorum.



Yolculuğun sonunda ormanda duyduğum sesi öldürdüm

Benden başkası olamazdı zalimlere yol veren, işaretlediğim bütün kara parçalarında hapis yattım.  Aşklar mevzu bahis edilmemişken bile, böyle bir ırgat olarak ormanın süslü püslü konağında, vazgeçtim büyümekten kendi filmimde, konuyu ben seçmiyorum tabii ki, ama dışarıdaki rüzgârı dinleyebilmek için var olmaya yeltenmesi lazımdır ya insanın, ben de aldım bıçağı, sapladım özgür olduğu bütün yerlerine aşkın, saat beşten saat beşe dek, herkesin eşit acılar çekmesini de göz önüne alarak, sapladım. Saplayıp kin bırakmadım aklımda.



Amacım yoktu sesi öldürürken, ses öldüğü için de hala amaçsız sayılırım.

Tabancamı fincandan çıkardım, yüzükoyun bir şekilde öldüm, ölürken geri dönmeyi gözden çıkarmamı istediler, ama tabancam vardı, beni zorlamadılar, şiirlerini dinlediğim halkların gözünden düştüğüm için, yüz katlı bir ağacın, ince bir dalını da kırarak, düştüm dünyaya, düştüm ve bana kahve getireceklerine söz verdiler, fincanlarına baktım, fincanlarımla aralarındaki farklardan ötürü, soru sormaya kalkışmadım, sakin idim, kumandayı onlara verip, bu sefer onların kızıp bağırmalarına seyirci kaldım, ben bir umut idim artık, ben bir yelpazeleniyordum ondan böyle.



Ormana karşı değilmiş gibi kayıtsızdım

Bildiğim bütün yollarla bağırıyordum eskiden, çığlıklarım vardı, haykırışlarım ve örneğin naralarım, bir şehrin tam ortasındayken kazı çalışması yapılır gibi küfrediyordum, ama nafile, beyhudeydi tüm avazım. Dilimin söylediğini duysam, asardım beni çamaşırların arasına, ama nafile, tutkusuz kaldım, yüreğim bir karga kadar perdesiz ve gagalı, yüreğim otostop çekilerek gidilen en uzak çöllere değin, yapayalnız motosikletlerde. Yürüdüm, akşamı ettim, ve yanımda birkaç kişi vardı, onlardan habersiz kalmayarak, dikkatleri kendi üzerime çekmeden, mutlu oldum, uzun sürmese dahi, bir müddet kiralanmadığını bilmek ruhumun, iyi idi, sevmeğe benzedi idi, memur bey bunu bilsin.



Ormandan çıkınca şehrin ışıkları ve ışıkların suda işaret ettiği anlamların adı olan dünya ile karşılaştım

Asıl vurucu kısım bura, birdenbire içinde en ufak bir kan lekesi ve ölüm izinin dahi bulunamadığı, askerlerle kaplı büyük bir cepheye aldılar bizi, yani savaş henüz başlamamıştı, bu da demek oluyor ki canavarlar açlıktan geberiyordu, melekler de; bu kıtlık kıran tablosunda, kışın her şeyden daha fazla lazım olması açısından, sonbaharı derhal öne alıyorlardı, her ne kadar şeytanla pazarlık yapmaları gerektiyse bile. Borçlarına mahsuben kabul etmişti bunu o (o derken bile hayli tedirginlikle; ya da sayın o diyememekten mahcup, veya bu kadar abartmamak gerek onu' demeye katlanmamak üzere çıkan bir o demişlik işte, neyse o, her nasılsa o), ne kadar ıslaksa o kadar sonbahar olan en sonuncu kasım ayı hızla atlatılıp, çocukların anneleri olmadan bile pek çok büyüdükleri bir kışa çar çabuk ağırlanacaklardı, bir daha hiç böyle kötü olaylar yaşanmasın diye iyice sakladıkları kışları sona erdireceklerdi, sokaklara çiçek isimleri vermenin sapsarı huşusuyla bakakalıyorduk dışarısına, bizim pencereden görülen yasak dışarısına devam ediyorduk, ve onlar bizim pencereden göründüğü kadarıyle devam ediyorlardı penceremizden görünen dışarısına, ve yasaklandığı zamanlarda bile vazife gören işleyişte devam ediyordu onlar diğer şeylere ve bize, yeni sokaklar yapılmaya, mağlup olunmaya devam ediliyordu, onlar, tıpkı bize kahinlerin dedikleri gibi, baştan sona kadar devam ediyorlardı,

oysa ne garipti şu ikindi sazlıklarında federico adında olmak'

tan bahsedemiyorduk, edemiyorlardı.

sırada sebeplerin sebebi olan şeye gelmişti herkes, herkes ona bakıyordu, herkes onu gösteriyordu,  her şey oydu, her şey onun iziydi, her şey yanıp tutuşuyordu ona katılmak ve onu kanıtlamak için, her şey onu ispatlamak ve göstermek için, her kapı ona çıkıyor, her yerde karşımıza o çıkıyordu. Ama bunlardan da önemlisi; tek sonuç da oydu.



 Dünyaya karşı da kayıtsızım

Bölünebilirdik, bizi ne kurtaracağını aramaya koyulduk, telaşlandık ve âşık olduk.  Kelimeleri yeteri derecede önemsemeden, gören gözlerin görmeyen gözlerden bakışlarını kaçırdıkları evrenlerin, bizi somut olarak, ağrısız geçmeyecek bir yaşama götüreceklerine şartlanmıştık, bunun için değil miydi ki, hastalık isimleri en karizmatik olanlardı, misal kolera günlerinde aşk yaşamak isteyen milyarlarca insan hala yürürlükte. Misal kanser, şiirleri olduğundan hep büyük gösterirdir. Ya da veba yüzünden çektiğimiz sıkıntıya hiç değmiş midir? Örneğin tüberkülozunki gibi etkilememiştir beni hiçbir dilde hiçbir kelime, ve yahut tifo denince gözlerdeki dehşet ifadesi onu nasıl da ihtişamlı kılar. Velhasıl bir deniz hayattayken okyanus olamamışsa, yine de bu onun gölden farksızlığını göstermez, şairi oturtup masaya, yeniden yazması beklenmelidir ilişkilerimizi ve skandallarımızı. Her şeyi sil baştan yazmalı, bunca kavanoz varken, dünyaya yer mi yok sanki?

19 Haziran 2011 Pazar

inan insan bu kadar yüreklenmemeli,
unutulmak için tanıdıkları mühletleri kayıt ettiğin felan yok

her beş seferde bir fark ediyorsun işaretlendiğini

diyen biri için de artık çok yalnızsın, hoca bunu söylerken
Afrika biraz akşamüstüydü

yazılmamış bir mısra idi bu üstelik, balkonda okunur
bulur bir parantez açıldığı koylara

ya da bu ilk parantez; akşamüstü olduğu için uzattığımız hayatları
ağaçlarımdan gelen, misafir pardösülü, o renkli rüzgarları

okul fikrine hep uzak durmuş iyi niyetli kadınları
kapatıyordu



eve girdiklerinde evlerini
çantalarını açtıklarında çantalarını yırtıyorlar    

çiçeklerim bağırıyor bu kış, nereyi ezberlesem dudaklarım çatlarcasına

dudaklarım çatlarcasına tüpün üstünde unutuyorum yangın olmayan şeyleri
yangın; mesela iki kişi olabilen birisi baktığında acıtan

şeyler ise benim güneşlerimi bulsun artık, yazık
biraz daha tek başına, biraz daha büyükce bir evde, çok maaşla

annesinin şehirlerine bir kere olsun dokunmayarak
toplumların salahiyetini de söz konusu etmeden

aşktan dayak yemiş olacak ki
tedbir olarak size madam diyebilir miyim yüzünden ikaz eder hale bürünüyor insan

bıçak hissi, tekrarlarca hiç mi hiç belli etmeden, cansızlıkla suçlananlar, valiz taşımak istemiyorlar
toparlanalım, yer yüzünden çıkalım, devlet gelsin dursun dışarıda





hastalık tablosu- küçük bir limana adanan şiirdir

15 Haziran 2011 Çarşamba

ARTIK BU BOYNUNDUR SENİN

işsizsim yaylım ateşleri ediyorlar hicretlerini ederken kekemeler
işsizsim neresi kundaklanırsa orada oluyorum tanklarımla

bütün hainlerle bir anılıyor adım, şehirler düşmeye başladı moğollarca

ama geceleri neler yapıldığını bilecek kadar da silahşorum, klipim hazır

çünkü insanoğlunun garantisi yok, çünkü mahsustan ölecek gibi yapıyor

sonra durmadan yaşamaya başlıyor, durmadan atlar var

işsizsim görüyorum iyinin ibresinin sıfıra yaklaştığını hayretler içinde

ve elimden geçmeyen makine yoktur benim, ki tanımadığım kumaş yok

I'M BE YOUR Z

I'M     BE         YOUR                Z

KAHRAMAN



Önce baktığı aynayı öldürdü, koltuğu ve banyodaki camı öldürdü, doymadı bir de ampulü öldürdü mutfağa açılan, biraz daha ilerleyip saati öldürdü. Soluklandı ve kalkıp televizyonu öldürdü, kalemini öldürdü ve biraz dinlenip koltukları öldürdü, zamanı kalmamış idam hükümlüsü gibi aceleyle duvarları öldürmeye davrandı, ve biraz elindeki bıçağı öldürdü, doymadı perdeleri öldürdü, balkona çıkıp camları ve pencereleri öldürdü, hızını alamayıp terlikleri ve halıları öldürdü, dışarı bakıp dereyi gördü ve dereyi öldürdü, su içti kininin geçmesini bekleyerek ve suyu ve kinini ve beklemelerini öldürdü, derken kinini öldürdüğünden artık öldürmemeye başladı, öldürmeyi öldürmüştü sonunda, ama elinde de pek bişey kalmamıştı yaşatacağı, her şeyin çoğu son nefesini vermişti, her şeyin azıyla da nasıl yaşayacaktı ondan böyle?

bu dağınık saçlı, kavruk hayallerindeyken ve göç halindeyken hep susayan çocuklar, günün birinde öldürülüyorlardı peşi sıra, duyunca tutup kendini öldüresi geldi, olmadı yapamadı elinden gelmezdi, bamnaşka biri olduğundan beridir hiçbir şeyi öldüremezdi, lakin bişey yapması lazımdı çocukların ölmemesi için, lakin bu ölümleri önlemek için öldürmeye geri dönmeliydi, öldürme oyunlarına geri, onları öldüreni öldürmesi gerekti öldürme oyununa geri dönerek, ve bunun için birilerini öldürecek kinini bulmalıydı, bu sebepten öldürülmek için çıktığı savaşlarda sadece yaralanmalıydı, ölmemenin bilincine varmalıydı, zira ölürse, çocuklar bile ölürdü, gayret etmeliydi bir ilaç bulana dek, gayretlerini görmeliydi tanrı, tanrı ona şans dilemeliydi, ve kalkıp unuttuğu bir intikamını hatırladı, kalkıp o intikamını almaya gidiyormuş gibi kinlendi, ve kinlenince katili aramaya ilişti, katil önce deniz kıyısında eli yüzü düzgün bir mahallenin sarı evlerinden 7 numaralı olanında oturuyordu , katil hemen sonra bir kenar mahallede zafer sokağındaki 13 numaralı evde oturuyordu, ve ardından katil şehir dışında görülmüştü numarasını felan olmayan, bir de elinde olmadan, katili aramaya çıktığı zamanlardan birinde ve çoğunda, göle nazır ilerlerken bindiği vasıtalarda, katile benzeyen her şeyi öldürmüştü, misal gölü, yolun ortasındaki çizgileri, arabaları ve dinlenme tesislerindeki tesisatı, bundan kimseye bahsetmememizi istemişti üstelik, üstelik bunu yaptığına bin pişman idi, sonra devam edip yakalayınca katili, aklına o ana dek hiçbir katili öldürmediği gelmişti, akabinde de katil ona neden şimdiye dek hiçbir katil öldürmediğini  sormuştu aklından geçenleri okumuş görmüşçesine, şimdiye dek sadece bir katili değil, annesi olan hiçbir kimseyi de öldürmemişti, bunu katilin bilmemesi ve sormaması iyiydi, elindeki bıçağı bileyip katilin bi çok şeyi bilmemesinden ve sormamasından yararlanarak, ve bundan zaman kazanarak ve de bunun önemini anlayarak, katilin katlini hızlandırıvereyim dedi içinden, katilse her şeyi görüp köpeklere doğru bakmaya başladı, köpekler korkup bağırmaya başladı, sokaklar kararıp görünmemeye başladı, komşular akşamın geldiğini fark etmeye başladı. katil öldü, ve başka bir katil, onun yaralarından tekrar doğdu, çocuklarsa peşi sıra ölmeye başladı tekrar, ortada kahraman felan yoktu, ortada yalnızca bunları izleyen bir masa vardı, ortada ölmemiş bir masa.
öldürürler beni çalışmazsam
ama çalışsam da öldürürler beni
durmadan hep öldürürler beni
hep öldürürler beni durmadan


dün bir çocuk gördüm oynuyordu
bir başka çocuğu öldürmek oynuyordu
dün bir çocuk gördüm oynuyordu
bir başka çocuğu öldürmek oynuyordu

bir çocuk o
hani bir iş yaparken
büyüklere benzeyen
çocuklardan

kim diyecek onlara
hele bir büyüsünler
insanların çocuk olmadığını
çocuk olmadığını
çocuk olmadığını...

öldürürler beni çalışmazsam
ama çalışsam da öldürürler beni
durmadan hep öldürürler beni
hep öldürürler beni durmadan

nicolas guillen

14 Haziran 2011 Salı

maaşlarımızın mutluluğuna

biri kalkıp şirinleri oynuyor, biri oynayanın yanında yer alarak saatin kendisine sorulmasını istiyor, biri hep bekliyor, biri bu bekleyişlerinin öcünü alacakmış gibi sonunda, hayret hayret ve iç sesli bir şekilde kızıyor, biri hayat mücadelesini dinletiyor her gün yapabildiği en hayırlı bişey olarak, birinin toparlanın gidiyoruz demeye ihtiyacı olduğundan toparlanıp gidemiyoruz hiçbir yere, ya da belki de biri çocuğunu özlemeye vakit bulamamıştır konuşmaktan, birinin endişesi çok yerinde diye bizi nerdeyse ağlatacak, biri gözlüklerini siliyor cemaate bağlılığını göstermemecesine, biri satranç oynuyor, bir diğeri karşısında ve mutlu olmaya çalışarak, bense bi market çırağı olarak bekliyorum beni ağlatacakları güne kadar, biri gözlerimizin önünde ve kulaklarımızın ve daha diğer bütün uzuvlarımızın önünde, haklı olarak, düşünceli biri olarak, hatta burada adını bile ağzıma alamayacağım şeyler olarak, herkesin yerine gülmesi gerektiği üzre gülüyor, bunu kendine en yakın gurura sahip olanlara da yaptırmaya çalışıyor, Allahtan sivrisinekler olmadan yapıyor bunu, Allahtan hiç biri melek değil, biri kendisini sevdirmeye çalışıyor sürekli, tenis oynayarak ve oğlanın her lafına atlayarak, yeni, pahalı, şimdiye dek hiç giymeye cesaret edemediği pahalılıktaki elbiseler giyerek sevdirmeye çalışıyor, kendini kanıtlarcasına gezerek tozarak tüm istanbul’u, güzelce boyanarak, kokular sürünerek, büyüklenerek sevdirmeye kalkıyor kendini o sarı oğlana, biri ve biri daha, çocuklu, zengin, ve özgür kadınlar oldukları için doğmuş olabileceklerini bildikleri halde, hala ezilerekte olsa Allah’a inanıyorlar,çok belli ediyorlar çünkü bunu, en yoğun üsluplarla dile getiriliyor bu az ruhani halleri, ve sonra tekrar baktığımızda, biri nerdeyse kazak örecek naiflikte, iddiasız ve aynı oranda mutu olduğundan bihaber, ordan oraya atılıp, derhal kendini diğerlerinden biri yapacak şeylere ısınma hareketlerini yaptıktan sonra başlama heyecanıyla yanıp tutuşuyor, biri gelip uzak doğu Asyalardan geldiğini sorsalar inkar edebilecek nezaketsizlik ve kabalığına binaen, herkesi kolay sanıyor kendi öyle olduğu için, herkesten çok her şeyi yaptım diye övünüyor her yerde, köpeklerle sevişmek bir erdem olarak yutturulabilir hemen bu çocuğa, ve hatta bunun üzerine bunu da herkesten çokça yaptığını söyleyecektir anında, ama bu beni nasıl takdim ettiklerine dair hiçbir veri içermediğinden derhal toparlanıyorum kaçmaya doğru, derhal toparlanıyorum parçalanmaya ve hiç doğmamış veya yaratılmamış olmaya doğru, ulumayı bulamıyorum sesimin çıktığı gırtlağımda, öylece oturuyorum rezilce, sonra tekrar bakıyorum, baktığım an kararmaya başlıyor kimisinin el yazısı, kimisi soğan kokmayı artık bi türlü beceremiyor çünkü elbiselerine ve vücuduna milyonlarca metreküp parfüm boşaltmışidi, birisi yine tutup hiç kazanamayacağı sınavları belli mi olur geçebileceğini, sanki ezberlemekte hayli zorlandığı kelimelerle anlatmaya uğraşıp didiniyor, birisi takım tutuyor birisi zayıflarken, birisi ülser ağrılarıyla boğuşmaktan hiç rahatsız olmamacasına resmi görevlerini ve hayallerini ve nahoş sohbetini ve gülümsemelerini ve birilerine yaranacağım diye kırk takla atmalarını idame ettiriyor, VE MASA HEPİMİZİN ORTASINDA SERE SERPE DURMUŞTUR HALA.

Allahtan eşya var, eşya hepsinin çenesini dağıtıyor, suratını kapatıyor, eşya onları bizlerden koparıyor bir ses sanatçısı olarak ve atom bombasından kanserlenirken herkes, bize biraz yasak getirseler iyi olur, ey hayat bize biraz yasaklar sun lütfen bize, öylece hayatlarımızı mahvetmemiş oluruz mesela, mesela sanıldığından çok, arzu edilenden az bir miktarda mutlu oluruz öylece.

Yani demem o ki; buralar bildiğin karantina, mutsuz insanlar giremez, oy kullanamazlar. iş yapmıyor ama maaşların almayı anlıyoruz sonuçta.