14 Ekim 2012 Pazar

Genç Bir Yazara Öğütler


    1.İktidardaki ideolojiler ve hükümdarlar hakkında şüphe uyandır.
    2.Hükümdarlardan uzak dur.
    3.Dilini ideolojik dil ile kirletme.
    4.Generallerden daha güçlü olduğuna inan, ama bunu ölçü olarak alma.
    5.Generallerden zayıf olduğuna inanma ama bunu ölçü olarak alma.
    6.Kendi yarattığın ütopyadan başka hiçbir ütopyaya inanma.
    7.Hükümdara da halka da eşit derecede gururlu dur.
    8.Edebi yapıtınla kazandığın imtiyazların vicdanını rahatsız etmesine izin verme.
     9.Kendi seçiminin lanetini sınıf zulmü diye algılama, birbirine karıştırma.
    10.
    Tarihi ivedilik diye bir takıntın olmasın, tarih treni diye bir metafora da inanma.
     11.Bu yüzden
    tarihin trenine binme. O sadece saçma bir metafordan başka bir şey değil.
    12. Sakın unutma: bir kez amacına ulaşırsan diğer başka şeyleri kaçırmışsındır artık.
     13. Bir turist olarak gezdiğin ülkeler hakkında makaleler yazma; makaleler yazma,sen gazeteci değilsin.
    14. İstatistiklere, figürlere ya da resmi beyanatlara inanma. Gerçeklik; çıplak gözün  göremediğidir
     15.Fabrikaları, kolhozları ya da inşaatları gezme. ‘Terakki’ çıplak gözün göremediğidir.
     16. Ekonomiyle, sosyolojiyle, psikoanalizle aranda hep bir mesafe olsun.
     17. Zen, Budizm gibi doğu öğretilerine kapılma. Yapacak daha iyi şeylerin var.
     18. Aklından çıkarma: düşlem, yalanın, sahtenin kardeşidir ve bu yüzden tehlikelidir.
     19. Kimseyle takım, ekip işine girme. Yazar tek başınadır.
     20. Bu dünyanın mümkün dünyalar içinde en kötüsü olduğunu söyleyen hiç kimseye inanma.
    21. Peygamberlere inanma. Peygamber sensin.
     22. Peygamber olma. Şüphe, senin gücündür.
     
    danilo kiş

13 Ekim 2012 Cumartesi

NAR-I AŞK

 
ve ben o şarkıyı çok severim
ve pencereler anneannemin evinden beri
ve kuşlar geçer sesinin üzerinden sabahları
ve elma en kırmızı halidir gerçeğin 


kuru bir çeşme var yağmur altında
ve yağmur öyle yeni ki
savaş yorgunu şehirler göğsün
sonra göğsündeki bahçe, bahçedeki sarmaşık
sarmaşıktaki âşık sonra...
bence öyle yeni

nihavent ne müthiş bir kelimedir
gülün çocuk halidir, güzün eski bir tanışı
seninle geçen günler yıllar gibi öyle yeni ki
bütün güneşler birlikte geliyor yüzümüze
sesimize akıyor bütün sular

ah sevgilim bu şiiri içimden yazıyorum sana
içim öyle yeni ki
sevgilim vapurlara biniyorum yokluğunda
vapurlar elleri yüreğinde çocuktur
sevgilim çocuklar çok büyük
hatta daha büyüktür küçük çocuklar...

sevgilim diyorum
yirmi iki yaşında bir takvim yaprağı
takvim yaprakları dallarından koparak zamanın
binlerce yılı gösterirler düşerken
sevgilim Troya, sevgilim Sappho, sevgilim Helen
yani kırılmış akvaryum kırmızı balığını özlerken
yorgundur yelkovanı bir meydan saatinin,
hüzün Eskişehir'de bir ilçe gazetesidir
sevgilim, cumartesilerin en civcivli vaktinde

ve ben o şarkıyı çok severim
ve koyu kırmızı perdeleri var bir meyhanenin
ve kırgın bir yüzük baharlar açtırır parmağında
ve trenler neresi olursa olsun gurbete gider
ah gurbet bile... gurbet bile öyle yeni ki

bir şey yaptım ben, bir suç, bir yanlışlık değil
özlemeyi anıştıran kokun, sevişirken telaşla
bir elmayı ısırmak, karlı sabahlara uyanmak öpüşürken
sevgilim bütün işteş eylemlerimizde
kalbim bir bombalı pankart...

gel birlikte bakalım hayat kelimesiyle haytaya
ne kadar benziyor birbirine bazı şeyler
ben tüm otobüs duraklarında seni çok seviyorum
seni, pencereleri sevdiğim kadar
deniz diplerini sevdiğim kadar seni
diyorum ki kiraz en tatlı halidir gerçeğin
ve gerçek
ve otobüslerin yangın kokuları, akordeon günlükleri
ve koltukaltlarında ilkokul bahçeleri dağılırken
aşk öyle yeni ki

ah sevgilim bütün bulmacaların karelerinde
yazgısına asılı duran bütün notalarda
sevgilim ardımdan kapıyı kapadığında
telaşlı çocuk yüzünde, süt kokusu sabahın
sevgilim dolaylı tümleç, önlüğünde kalan tebeşir
etütler prensesi, kıymalı yumurtalar ustası
sevgilim seni düşününce duramıyorum
yeni bir isim buluyorum her şeye

sevgilim sen kuşlardan anlıyorsun ben matematikten
bu dize bile senden armağan
sen çoktan mezun olmuşsun
ben bütünlemeye kalmışım yeşil küpelerinden
sevgilim deniz kabukları yaralarından kalanlardır
denizin, öyle diyorlar bilmem neden

ve ben bu şarkıyı çok severim
ve nihaventtir kendileri...
aşk bir masaldır yağmurla söylenir
ve bu kırmızı perdeler aşktan beri

bir evin içinde kaç aydır gezinip duran bir peri...

Onur Caymaz                                           

12 Ekim 2012 Cuma

Pekin’de Doğaçlama

Şiir yazıyorum çünkü, İngilizce inspiration “ilham” sözcüğü Latince Spiritus yani “nefes” sözcüğünden gelir, ve ben özgürce nefes almak istiyorum.


Şiir yazıyorum çünkü, Walt Whitman dünyaya samimiyetle konuşmak için izin verdi.


Şiir yazıyorum çünkü, Walt Whitman şiirin dizelerini özgürce nefes alması için açtı.


Şiir yazıyorum çünkü, Ezra Pound fildişinden bir kule gördü, tek bir yanlış ata oynadı,

şairlere sokakların yerel deyimleri ile yazmaları için izin verdi.


Şiir yazıyorum çünkü, Ezra Pound Batılı şairlere Çince’nin resim-yazı’larına bakmayı gösterdi.


Şiir yazıyorum çünkü, Rutherford’da yaşayan W. Carlos.Williams New Jersey aksanında “Teperim gözün ha” yazdı bunun hangi vezin ölçüsüne girdiğini sorarak?


Şiir yazıyorum çünkü, babam şairdi annem Rusya’lı, konuşan komünistce , öldü bir tımarhanede.


Şiir yazıyorum çünkü, genç arkadaşım Gary Snyder oturup düşüncelerine baktı dışarının olağandışı dünyasının bir parçası olarak, sanki1984’de bir konferans masası gibi.


Şiir yazıyorum çünkü, acı çekiyorum, ölmek için doğdum, böbrektaşları ve yüksek tansiyon, herkes acı çekiyor.


Şiir yazıyorum çünkü, diğer insanların ne düşündüğünü bilmediğim için kafam karışıyor ve bundan acı çekiyorum.


Şiir yazıyorum çünkü, şiir düşüncelerimi açıkğa çıkarabilir, paranoyaklığımı sağaltabilir, ve ayrıca şiir diğer insanların da paranoyaklığını da sağaltabilir.


Şiir yazıyorum çünkü, aklım seksten politikaya, Buda’dan meditasyona dolanıp duruyor konular arasında.


Şiir yazıyorum kendi aklımın doğru bir resmini çıkarmak için.


Şiir yazıyorum çünkü, Bodhisattva’nın dört yeminini ettim: Evrendeki sayısız bilinçli canlıları özgürleştirmeye, kendi açgözlülüğümün, öfkemin, cehaletimin devamlı üstesinden gelmeye, binbir çeşit iş gelecek başıma gökyüzü durdukça ve yol bitimsizdir zihin uyandığında.


Şiir yazıyorum çünkü, bu sabah titreyerek uyandım “Çin’de ne söyleyeceğim?” korkusuyla.


Şiir yazıyorum çünkü Rus şairler Mayakovski ve Yesenin intihar ettiler, başka biri konuşmalı o zaman.


Şiir yazıyorum çünkü, babam ezberinden okuyarak, İngiliz şair Shelly ve Amerika’lı şair Vachel Lindsay’den örnekler verirdi: Büyük rüzgar ilham nefesi.


Şiir yazıyorum çünkü, cinsel konular hakkında yazmak sansüre uğrardı Amerika’da.


Şiir yazıyorum çünkü, Doğu’nun ve Batı’nın milyonerleri Rolls-Royce limuzinler binerken, fakir insanların dişlerini yaptıracak kadar bile paraları yok.


Şiir yazıyorum çünkü, genlerim ve kromozomlarım gidip gidip genç kadınlara değil genç erkeklere aşık oluyor.


Şiir yazıyorum çünkü, dogmatik sorumluluklarım yok ne bugün ne yarın.


Şiir yazıyorum çünkü, yalnız olmak ve insanlarla konuşmak istiyorum.


Şiir yazıyorum karşılık vermek için Whitman’a , on yıl içindeki genç insanlara, yaşlı teyzeler ve amcalara, New Jersey’de Newark yakınlarında yaşayan hâlâ.


Şiir yazıyorum çünkü, kara blues dinledim radyoda 1939’da, Leadbelly ve Ma Rainey.


Şiir yazıyorum yaşlanmış gençlik dolu, neşe dolu Beatles şarkılarının esinlediği.


Şiir yazıyorum çünkü, Chuan Tzu insan mı yoksa bir kelebek mi olduğunu anlayamıyordu bir türlü, suyun yokuşaşağı aktığını söylerdi Lao Tzu, Konfüçyüs “büyüklerinizi

onurlandırın” derdi, ben de onurlandırmak istedim Whitman′ı.


Şiir yazıyorum çünkü, fazla otlatmak koyun ve inekleri, Moğolistan’dan Vahşi Batı Amerika’ya mahveder yeni otlakları ve erozyon yaratır çölleri.


Şiir yazıyorum hayvan ayakkabıları giyerek.


Şiir yazıyorum “ilk düşünce en iyi düşüncedir” daima.


Şiir yazıyorum çünkü, “şeylerin içindekinden başka düşünce yoktur” bildirisi hariç yoktur anlaşılacak düşünceler.


Şiir yazıyorum çünkü, Tibet’in laması der ki; “Şeyler kendilerinin simgeleridir.”


Şiir yazıyorum çünkü, gazeteler galaksimizin merkezindeki bir kara deliği manşetten veriyorlar, ona bakmakta serbestiz.


Şiir yazıyorum çünkü, Birinci Dünya savaşı, İkinci Dünya Savaşı, nükleer bomba ve istersek Üçüncü Dünya Savaşı, bana lazım değil.


Şiir yazıyorum çünkü, ilk şiirim Howl, ki yayınlamak için değildi, polis tarafından dava edildi.


Şiir yazıyorum çünkü, ikinci uzun şiirim Kaddish annemin bir akıl hastanesinde nirvanaya erişmesini onurlandırdı.


Şiir yazıyorum çünkü, Hitler 6 milyon yahudiyi öldürdü ve ben bir yahudiyim.


Şiir yazıyorum çünkü, Moskova Stalin’in 20 milyon yahudiyi ve aydını Sibirya’ya sürdüğünü açıkladı, 15 milyonu St.Petersburg’daki Stray Dog kafeye bir daha hiç gelemedi.


Şiir yazıyorum çünkü, şarkı söylerim yapayalnızken.


Şiir yazıyorum çünkü, dedi ki Walt Whitman: “Kendimle mi çelişiyorum?” Gayet iyi öyleyse, kendimle çelişeyim. ( Ben büyüğüm, çokluğu barındırırım)


Şiir yazıyorum çünkü, aklım kendisiyle çelişiyor, bir an için New York’ta hemeninde Adriyatik Alpleri’nde.


Şiir yazıyorum çünkü, kafam 10,000 tane düşünceyle dolu.


Şiir yazıyorum çünkü, nedeni yok çünküsü yok.


Şiir yazıyorum çünkü, aklımdaki her şeyi söylemenin en iyi yolu bu; 6 dakika içinde ya da bir ömür boyu.





bir allen ginsberg şiiri
Çeviri: Behlül Dündar

9 Ekim 2012 Salı

şimşekli bir gecede eski iberik ve ölüm üstüne konuşmalar

- eylül geldi bile!
hep; anımsayacağım o sokağı.


- neden anımsar ki insan?
bir boşluk kendini duyurmuş olmalı.
böyle bir şey olmalı.


sesler


- bir çay daha?
- hayır, teşekkür ederim.


- hani, bir evden acılı kadınlar çıkardı.
söylenenlere bakılırsa denizi görmeye gidiyorlardı.
yürüdüktü bir zaman biz de arkalarından.
sonra o deniz çıktı kaldık.


- bir cumartesi miydi?
birini hiç unutmam. uzun,
gözlerine bakıp kalmıştım.
yaban otlar kokardı herhalde ağzı.
biraz da tuz (bak bunu bilmem, neden tuz)
sonra birden bir sağnak indirmişti
- gülmüştük hani ikimiz de -
hem böyle diyorum ya,
yine de sorarım kendime:


bilmem böyle kadınlar var mıydı?
böyle bir sokak?


- ne sessizlik!
- evet, ne sessizlik!


sanki dünya durmuş. bir ağaç büyümesini bırakmış
sanki. kendini dinliyor:
bir sessizlik olan kendini.
hani çok sıkılırsın da şöyle sokağa çıkayım dersin,
ama daha da dayanılmaz dönersin kendine...


sesler


- kapı. kapıvuruluyor.
- hayır, rüzgar.
- evet, rüzgarmış... ne diyordum?


- gazeteler...
- evet, bu sabahki gazeteler ölü sayısı on dokuza çıktı diyor-
lar.
- her gün bir ölüm haberiyle uyanıyorum.


- bu sabah,
bir kertenkele ölüsü buldum,
avluda.
kimbilir nereye gidiyordu?
hala açık duran gözlerine baktım.
ne aşıyor ne yaşamıyor gibiydi.
şimdi (orda) ne yapıyordur? orda,
neyse işte orası!
ölüm yaşanmaz ki bilinsin mi diyorsun?
hem belki buradaki gibi uzanmış yatıyordur
belki de biraz çekmiştir sağ ayağını,
sol ayağının yanına.
bir ağacın yaprakları değiyordur,
sonra da yavaşça üstüne - çok yavaşça- :
olmakla olmamak arası. o boşluk!


ilhan berk

4 Ekim 2012 Perşembe

TEYAKKUZ: harranlı müneccim

TEYAKKUZ: harranlı müneccim: sonunda yağmur yağacak, hem öyle bir yağmur ki yapılmayan işlerin, ödenmeyen borçların, tutulmayan sözlerin mazereti olacak . ve kefareti, u...

2 Ekim 2012 Salı

kongre

aslında yorumcular, gazeteciler, televizyoncular iyi iş çıkardılar bu kongreden, baya malzemeler çıktılar onlara, yani bu kongrede erdoğanın ağzından çıkan, konuştuğu; harfleri de dahil olmak üzere tüm kelime ve cümlelerin ülkenin geleceğinden ziyade, erdoğanın geleceğinden bahsettiğini herkes anlamış. güzel, işte gelişme, değişme, reform, felan filan budur kardeşim.....hepsi budur, önce gazeteciler zeki olacak,paralı askerler olmayacaklar yani, şimdiye kadar olduklarından yani, kimin neyi açıkça söyleyemediğini sezecek, vay pezeveng diyecek, neler saklıyor neler dilinin altında diyecek.

murat belge/akape kongresi


1--Eski “balkon konuşmaları”nı andıran “hayat tarzına karışmayız” sözleri edilmiş, örneğin. “Yüzde doksan dokuzla iktidar olsak, o yüzde birin hakkını koruruz” teminatı da verilmiş. Ancak, var olan koşullarda ben bu sözlerin söylenmesini, söylenmemesinden daha tehlikeli buldum. --


2--vay haline o yüzde 1'in, yandılar o yüzde birler a.q,--

aslında murat belge bi arkadaşıyla konuşurken (2) böyle diyordur, ama işte iş gazetede yazmaya gelince, yukarıdaki (1)yazıya dönüşmüş olur söyledikleri.

neyse allah kimseyi erdoğanın balkon konuşmalarına düşürmesin.
neyse, balkonlarda malkonlarda düşürmesin bizi alla, erdoğanın ağzına.

15.bitmiyor arkadaş bitmiyor. her gün dünya üzerinde şaşırılacak başka şeyler ortaya çıkıyor.(her gün en az 15 dakika ekşi sözlük'e bakmak, hayatta tutan şeyler, ayrılıktan çıkmak, ilhan berk ağzı)


1 Ekim 2012 Pazartesi

ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya !

ne gelir elimizden insan olmaktan başka
ne çıkar siz bizi anlamasanız da
evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

hiçbir şey! kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında
yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur
her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir
bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla
deriz ki, "şuram ağrıyor" bir de, "başım dönüyor", "yanıyor avuçlarım"
belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş, yaşıyorcasına
uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
nedir mi ellerimiz -korkunçtur bir elin bir köşesinde insan olmalarıyla-

korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin
kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin
ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park bekçisinin
korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi sallanaraktan

bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda aranan
korkunçtur -bunu anlıyoruz- bir yüzün en çoğul beyazında
korkunctur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe ışıklarında
ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan olmalarıyla
korkunçtur korkunç!
diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum
ayrıca neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
tüketen kim. hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini
ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz inceliği
ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
bırakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, ya da bir boşluğu bırakır gibi
ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde, çocuksuz avlularda
anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun butlarında
ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla

kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
anılar bulacaksam -anılar mı dediniz?- ne sesli bir vuruşma
odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar
rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar
bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru
bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar
sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler
zorlanmış bir gülüşten -iğrenip birden- kusmalar, bulantılar
bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar
ölüler bulacaksam -ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa vurmalar
ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün
ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu konuda
ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık birşey insanın sonsuzunda
bu kadarcık bir şey -İyi ya, peki, şimdi kim var sırada
sakın haaaa! biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
yok deyin çünkü biz... biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
ne güzel ellerimizle... başlayın, hadi başlasanıza
örneğin bir kahve falı? az müzik? diyorum biraz iskambil!..
ama hiç seslenmeyelim -seslenmeyelim- içimizden oynayalım
ayrıca
- dört kişiyiz!
- hayır on!.
- bin kişiyiz!
- bana kalırsa..
ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında
öyleyse başlayalım: koz kupa! ah şu sinek onlusu bire bir unutulmaya
çayınız soğuyacak! çayınız mı dediniz? ne tuhaf biraz anlıyorum

- üç karo!
- pas diyorum!
- susalım baylar, dört kupa!
ah şu sinek onlusu! koz kupa! çayınız mı dediniz? susalım!
susalım -niye susalım- anılar mı dediniz? ne sesli bir vuruşma!
ya sonra? bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra
gene mi, başladınız mı? peki şimdi kim var sırada
sakın haaaa! biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
yok deyin çünkü biz... biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
ne güzel ağzımızla... yok canım, ben var ya, istiyorum sırada
olmayı istiyorum -sahi mi- ama isterseniz siz olun
siz olun, biz olalım kim olacak ? -hep böyle oyalansanıza
yani "şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa."
gibi oyalansanıza
biraz oyalansanıza.

bir oyun başka olamaz oyundan gibi
bir söz başka olamaz sözden gibi
bir şey başka olamaz bir şeyden gibi
tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
ne gelir elimizden insan olmaktan başka
ne gelir elimizden insan olmaktan başka

ne çıkar siz bizi anlamasanız da
evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

e. cansever

Tamirat


 
ne kadar üstelesem yanlış bir değişimi
bir proleterin oğlu olduğuma inandıramıyorum kimseyi
inandıramıyorum babama bir proleter olduğunu

babam çok eski bir partizan
kötü bir halk partisinin kalıntısına yamamış nefretini
acıyı ve bir dönemi benden iyi biliyor
ne zaman içki içsek bir cuma gecesi ertesi
açlığı ve yoksulluğu benden iyi anlatıyor

benim bir abim iki abim varmış
açlık ve yoksulluk kötü bir şefin döneminde
ikisine de almış

çünki dönem o dönemmiş
ablalarım kalıntı toplarmış pazardan
ağabeylerim buz satarmış

babamsa memur ayakkabılarının tamiratına
nefretini yamarmış

annem bir sabır küpü
annem bir acı küpü

acıyla beslemiş yüreğini
yoksulluğu ve açlığı acıyla doyurmuş
ve acıyla büyütmüş bebeğini
acıyla doğurmuş

ben işte eksik bir birikimin tortusuyum
geçmişlerde yoğrularak çocukluğum
bana hep acıyı ve hüznü öğretti

ezilmişliğin kompleksiyle büyüdüm böyle
yaşıyamadığım günlere özlemli
yaklaşmak istedikçe burjuva özentilerine
sınıfım çekiyordu utandırarak beni
yaklaştıkça üşüyen damarlarımdaki hınç
çekildikçe yanıyordu sınıfımın ateşinden

ben işte bunun için
bir burjuva kuklasıyım, korkak
ve acemi bir militanım
hüzne ve yalnızlığa yakın

gördüm ki bir cuma gecesi ertesi
babamın eskimiş bürokrat ayakkabılarının tamiratına
nefretle vurduğu örsü ve çekici
öfkesini köseleden ayırdığı bıçak
açılmış bir gül gibi duruyor önümde

vur gülüm vur gülüm vur gülüm
vur sen de burjuva ayakkabılarının altına

artık ne soğuk damarlarımdaki ne sıcak
sadece bıçak gülüm sadece bıçak

arkadaş zekai özger