13 Mayıs 2011 Cuma

kullanılacak klavyelerin yazıldığı yalanlar

seni kaybetmeye de tahammül gösteremeyeceğim için, yaklaştığım an, hısımlarını görünce hemen başka bir sokağa dönmeye çalışan asfalt işçilerinin yaptığına benzer artislik bir hareketle, sağıma soluma veya seni göremeyeceğim herhangi başka bir yöne doğru kanun tanımaz bakışlarla hızla kaçıyor, seni görmelerin taksimetresini durdurup, renksiz yollarımın en kestirmesinden veya en uçarcasına kaybolduğumkinden bile daha hızlı olan bir hızla, müfettiş görünce ceket düğmelerini bile kapatmaya yetişememiş memur kılığıma bürünüyor, seni özlemenin tadını bir daha alıyorum bu sessizlikte, evet sessizlik; çünkü kimseyi duyacak kadar duyarlı değilim bu kızılca çilleri olan bir vakitte, herhangi bir kimsenin intiharını özlem içinde beklerken kendi intiharımı motive ediyor diye ölümler seçecek ve bekleyecek denli de hınzır değilim, eşyanın verdiği bütün hazları algı körlerini bile kıskandıracak bir duyarsızlıkla, bananecilikle başımdan savıyorum, kahrediyorum maddeyi , evden işe götürüyorum seni, işten eve getiriyorum sonra, sen ki yeni yeni ezberlemeye uğraşıyorum yüzlerinin kıvrımını ve kızıl kıyamet izlerini, çantama bakıyorum sen, polisten kaçıyorum sen, ve uyuyunca senle başlayan bir sürü sahtesinden pek ayırt edilemeyen tuhaf ama bir o kadar tatlı gerçeklerle yüzleşememenin verdiği ıstıraplara sardığım kağıtları çekiyorum enfiyemden, ki aşk tek kişinin baş edemeyeceği bir beladır, Karadeniz uçurumlarında giderken binbir parçaya bölündüğünde kaza sonrası, nasıl bir araya getirileceğini hesaplayamazsın ki, uygun bir dönor bulunana kadar hem çok kırılgan bir ruhun olur şafak patlayana dek, hem de kimsenin rahatsız etmesini felan dileyemeyeceksin kadar tozlanmamıştır henüz kafan, olay anında ezilirkenki durumda iken daha fazla umudu olmamıştır hiç kimsenin ya, bu yüzden aşklar da hiç bitmez, biterse umudun kalmaz hiçbir sefere, kahvede oyun oynadığına benzemez bu, yenildiğinde siktir çekip bir daha oturduğun masaya bir deste daha getirirler sen bir dahasına sol diye, yeniden siperler çektiğin hayatlara rağmen gelip misafir konağında düğümlenmiştir aynı hikaye, yazdıklarından ve söylediklerinden ara sırada olsa mühim şeylere denk geliyor olmamız senin lütfun değil yani, bizim onları buluyor olmamızsa ibadetimiz gereğidir, yoksa biri bir tufan yazdı diye bir sonraki emre kadar kimse mayosunu üzerinden çıkarmasın diyen generallere de aşinayız aslında, ve şunun şurasında kaç kıyamet kaldı ki bizi kafaladıkları, biliyoruz epey yaklaştık sona ama, yetiştirmemiz gereken onca aşkın evrakları, muhasebeleri felan kalmadan elimizde, buruşturulması için kötü bir senaryoya ihtiyaç duyulmayan suratlarımızdan düşecek her parçanın hesabı sorulacakmışçasına idare ediyoruz şimdilik platonik ve tek kişilik oyunlarımızı, bi zahmet perdeyi deşmeyin, çünkü orda dünyadaki en naif canavarlarımızla cebelleşiyor durumunda bulunmamız sizi az da olsa kıskandırıyor bilmekteyiz, sakın ama sakın bulmayın bizi, bizim yol kenarlarında ölü taklidi yapan dilencilerin asalarıyla nehirleri parçaladıklarını kitaplardan okumuşluğumuz var, ve de ısınma hareketlerini yapmadan da transa geçebilen hurileri de sevebilmişiz en nihayetinde, seni kaybetmeye lüksüm yok, yaşlıyım, kafamı çok ütülediler, tinercilerle aynı rüyayı yaşıyorum, cinnetim kenar mahallelerde bütün kardeş ve topal halklara pay edildi, bunun için seni sevmenin her türlü maksadını taşıyorum çuvallar dolusu yüreğimle, bunun için biraz kızabilirsin bana, hem bu kış uzun sürmedi mi ki beni bırakıp gitmeyi koymuşsun aklına, hem ki sana nasıl olsa çıkar piyangosunu parkın tekinde bırakan bir yarı çapkın yarı çıplağın piyangosu, işte sana son sözümü de en pahalı şaraplardan içince söyleyebiliyorum, en çok yıllanmayı hak eden hayatların jeanne darc’ı olalım senle, elini kaçırmadan bu yalnızlıktan bile.