15 Aralık 2011 Perşembe

bir su bulsak susayacağız

yaşamanın da bi saati var, bulursak bahçesi önünde oturacağımız rahatlıklar var
ama hayat da var, ne izne çıkar ne kopar elleri merdivenden
sessizlikse pencere camından yapılmış süsü verilerek kırılıyordu duvarların yeşile adanmış odalarında

kızgınlık sanatım yalnızlığıma evde dumanlar üflüyordu içeri vardığımda
kimse yoktu beni perişan bi halde dinlerken şarkılar susmaya
ıssızlığın kör edici sisleri dünyanın tüm çekimini yok etmiş, rejimi sulamıyorlar burada
burası dünya, beş çeker sizin oralara, ama son katlarındaki hayattan geçmeyin sakın
bayrakların tadına bakmayın sakın, annelerle telefonda ağlamak pahalı

kimse o kadar yaklaşamazken dünya denen yavşak binanın en karanlık katına
gözlerimi cinnet geçirmek için yeterince yaşlanmış birine çıkarmışken
görüyorum nelerden geçilir nelerden geçilmez bu boranda
iki laf arasında dudak hizasında gözyaşlarına boğulmadan
denilebilecek her şeyi ısrarla diyemediğimle kalakalmışsam bile
kimseye yangınlardan bahsedecek kadar kibar ve tanışık değilim

ayrılmaktan yorulduğumuz hiçbir şeyimiz yok olunca (olmayınca), vurulmaktan canımızın çıktığı bir vatan köşelerimizi tutmuşsa
sizin için ta Almanya’dan getirdik diye sevdikleri şeylerden söyleyerek tehdit ediyorlarsa bizi,
görmeden ve öksürmeksizin beklemenin duraklarında hapsetmişlerse bizi
varsın devlet denen padişah saplasın bize karısını

oy yerinden kıpırdayamayan kader, yastığım kabarık, bedenim öksürmek için parklarda dolaşır
fermuarlandığı ruhtan yavaş yavaş ayrılarak yavaş yavaş
oy madem hasret kalmışsın başkalarının kaptı katçısına, milletin ne suçu günahı var, sarhoştandır zaten hepsi
acıya yeri kalmayan insanlar kendilerini sanacaklar ki hastalar
değil, insanlara yetmeyen acılar göklerden yağıyor melek artıklarından
bir nesil daha ileri alınmayacağını bilen bu insanlık, yani bu elimde tuttuğum Ebu Bekirler
diyor dünya
yani şu yolda serüvenlerine yetiştirilmeye çalışılan mutsuzluk kumbaraları
hüzün mıknatısları, imzalı şeyler
kendilerini anımsatmasalar bizi görünce biz sandıkları heriflere
sanki görmeye gelenleri akşam yemeğine katacaklar nezaketinde
kime karşı kahraman kime yönelik melankolileri fazla kaçmıştır saatlerinde
ben sadece kahve aramaya çıkmıştım öfkemi doyuracak tipsizliğiyle
bize hiçbir şey demeseler de gitsek
gitsek Erzincanlardan en dönülmeyene, bir iki yere ki sakallarımızı uzatacak suları olan

günler üzerlerinden geçtiğime aldırmadan nasıl olsa sürüp gidiyordu
zaman aşklardan tasarruf yapmamızı söylüyordu ama emrederek
sizi bizi yemeğe katacaklar güzelliği, söz söyleyecekler hafifliği durmadan sürdürülüyordu
hayatı iyi kullanma kılavuzumuz yırtık, rüzgardan ve şiddetten pek duyulmayan öfkeler var
sert şeyler içip, küfredip, karanlık geceleri yeterince bihuzur geçirme güvenliği insanın içine işliyor bu havalarda
sonra  adamına göre karanlık geçirmek gerekliliği
sonra sıcak yuvalardan birine fena halde baba olmak demek
yani hiçbir şeyden sakınmadan verebileceğin her şeyinin olması gerekliliği
yani paradan ziyade bir kaderinin olması, tayininin çıkması ara sıra
belki bir başka yaza doğru, soğuk bir kıştan geçerken, kapı sana doğru ama başkası için açıkken
belki bir dağa kışı sevdirecekken , atkı boynunda kar yağdıracakken
perperişan vaziyette, uyumamaktan sonra çekip gidememekle kalsan dahi
yaşadığını görmediğin an mutlusundur, yaşadığını bildin mi yaşamazsın zaten

dokuza kadar yazmak, kimseden korkmuyorum ilaçlarını almak bişeyler okuyarak
kimseden çekinmiyorum, kimseyi sevmiyorum, bir başıma iyiyim
halisünasyonlarından kurmak bir tepenin uykusunda, konserlere uğramak, acıkmak ve uyuşmak
ben her şey gibiyim, mesela bir ceylan gibi üç tane bağırmak
sonra kapıyı çalıyorlarsa her şeye yeni başlayacak gibiyim diyebilmek gibiyim
ayağımda leyleklerin uzun kanatlarıyla, uçmak gibiyim orkestra çalarken zil olarak ve organlarımın toplama kampı olarak
ben bakışıyım dört nala koşan ve bağıran şairin, yani yazılacak bir şey gibi, ama yazılsa da bitmeyecek gibi,
bitse bile, zil çalmadıktan sonra ben ne olurum bilmem gibi
insanlanarak açmadıktan sonra kapıyı, kim olsa da içeri giren, herkes gibi, benim senin gibi


adamların kederleri bile kapı açıyor en az
boşuna kaçma, kılıçlarına severek bakmalarından belli uzak olmadığın
bir iki sevmelik, bir iki kızmalık zaman verecekler, unutma
unutma zaman sürdürebilir uykusunu karanlığının, ama üzerlerine basarken kaç sen yine de
siyah yeter değildir nefretini gizlemeye