11 Aralık 2011 Pazar

özbekhakem

ben kendimi bildim bileli, kendim gördüm göreli –ilk aynada,
ne soğuyan caddelerin akşamını bilirim ne de havanın esmerliğine dayanıklıyım
merak etmem karanlığın elini, ve onun çeki düzen verilen halini
ne kadar uygarsa bir tarih, o kadar şiir yazılmamış bir tarihtir ya
ben de öyle sevmedim de, sevmiş kabul edildim, siyahı ve siyah fonda terk edilmiş dünyamızı
felaketten ucuz kurtulduk, ama ben ölmüştüm işte annabel leeeeee
ölünen bir sokakta mecbur kalırsınız görünmemeye, işte tek yol devrimdir bundan böyle
kağıtlarımı döverek öldürdüğüm düşünülecek olmasın, ben sadece ölüyüm, bir trenin altında ezilişiyim hayatın, çamur haline dönüşmüşüyüm yerden çıkan canavarın,
bir romanın, hayatları kendi içinde geçen umutsuz adamlara, intihardan vazgeçtiğini anlatıp duran ve daha sonra anlatamayan
yalanıyım, beni bu yaşımda anlayın, küfredin, yenildiğimi gördüğünüz fotoğrafların içine katın
karanlığa bulandığım çekmecelerden de çıktım, şimdi gündüzün her şey basit
ve elverişli mutsuzluğa her aydınlık
yağmur yağınca evlerine kapanan şu büyük servet sahiplerinden olmadığımı da
burada şiire benzetmeye çalıştığım yazmalardan bilirsiniz, bir gün öyle olunca bundan daha iyisini yapabileceğimi hele, siz nasıl da bilirsiniz
büyük evlerinin büyük içleri olan yalnızlıklarından istiyorum haline
gelemiyorsam ve de bunu anlatamıyorsam benim
zar zor hatırladığım korkak kelimelerimle
denilmesin ki artık içsizim, perdelerimde boğulan rüzgarlar yok, denilmesin ki kazanmışım
bu mesele odası olduğumuz evlerin, yalnızlığı olduğumuz bedenlerin, elbisesi olduğumuz kişilerin, yalanları olduğumuz cunhuriyetlerin de içlerinin,
bu meseleyle dolu olduğunu gösterir, öylece benim de sarhoşluğum
kalbimi, yani en taştan en topraktan yerimi, onların doldurduklarıyla taşırma seviyesine
getirme eğilimim nedeniyle, iğfal etmiştir
ve sonra diğer kaba boşaltılan umutlarıma ve umudlarıma, ne kadar da yazık ettiğimi
bana bir de size göstermesi açısından dikkate şayandır,
evet ben kime benzemek istiyorum, aslen olduğum kişiden uzak bir coğrafyanın
kapılarında, illaki kolay saplanan bir bedene bir hedefe doğru mu bekliyorum
ben bir ok muyum saplanan kendinin ruhuna
niçin çiçeklerini bulduğum bahçenin renklerine demir gibi soğuğum
niçin korkuluğuyum içeri girmeye çalışan abdestli namazlı gerçeğimin
ya da dua edilenlerin peşinden gittikçe küfüre daha yaklaştığımın Berlin duvarında
kırıldığımı başkalarına ne diye gündüz sızıntısı diye miyavlıyorum
cik cik cik, yani beni burada bırakın, en yanlış kapıda, içerisi olmadan da yapabilirim ben bu karanlıkta içerdeki her şeyin
ama bunu anlatırsam beni sakin de zannetmesinler, çıplağım, otobüste öldürmediğim kimse yok, gitmediğim yerleri hala saklıyorum özenle geleceğin güne,
peki gelsen ne kadar bir kurtarılırım, ne kadar bir zindandan atlamış kont bilinirim
belki sen başlıksın değişmeyen kitapların ilk sayfalarında yakışır bir punto ile
büyükce puntolarla yazılmış sana taraf kuzeyliyorum kendimi yine de ama, ekvator çizgilerine kadar
iniyorum soğuktan ve beni kemiren yalnızlığımdan
o zaman diyorum ben üşümem, o zaman zamanla dolu halılarımız olur ve yavaş yavaş
sökmek için yaşarız onları, onlar bazı çocuklara anı olarak fotoğraflansınlar diye
ara sıra, gerçekte ne yapmakta olduğumuzu bilemeyerek, odanın her yerindeki yalnızlıkları, yazılmışlıkları, birliktelikleri, birlikte değillikleri, gülümsemeleri, gülümsememeleri, inatla sevmeleri ve küsmeleri, kaydetmiş olduğumuz halıdan süpüre süpüre, yırtarız geleceği, biliyorsun gelecek de yırtılan kağıttan yapılır, kağıtları yaşarız, heceleri olmak için yaşamakların
Allah bizi tanıdığı için, her şeyi tamam bırakmıştır da, yırtmadıklarımız kalmışsa ve de bir yetime verecek miyiz diye nöbettedir gözleri
biz yetimiz sevgili bana doğru gelen o otobüsle, o eminönünde bekleyen, ben beklemediğim için şimdi o köprünün yerine düşünmekle ilgili bir heykel yapacak olmalılar diye düşünmekle geçiriyordum o sessizliği
ama çok terlerim, bunu düşünemiyor muyum sanki,
evet ben bütün o cunhuriyetler yapanlar kadar pis kokulu terlerim, bana bedavadan getirir Necati parfüm deodorant denen şeyleri, para almaz
ve ben çok terlerim ama olsun, sen buna daha ne kadar dayanacaksın dememem mi lazım gülsüm ha?
aynı kişiden yapılmış birisine benzeyeceğiz benzeyeceksek, başkalarına benzememiz gerekecek
ben bunu bir pencerede yazarken görmüştüm, savaş kültürümüzü devam ettireceğiz ve sonra
bombalar patlayacak bombaların patlatıldığı şehirlerde
ve bakanlar ve görenler ve o andan sonra da yaşayabilenler
sanki şehirlerin bombalar tarafından mahvedilmek üzere yapıldığını ve kurulduğunu ve yükseldiğini görecekler hep birden
öyleyse kaçalım diyeceksin, öyleyse iman bunun neresinde diyeceksin,
deme
biz kimsenin kölesi olmak için tutulmuş değiliz henüz’deki kimselerden olmamak için
ve kölesi olduğumuz bir şeylerin hakkından gelmek için paramız var toplayacağız’daki
toplamanın aslında çalmaktan ileri gelen
ve her nitelikli insanın bütün niceliklerini fulleyeceği
bir esaret olduğunu görmeden (aslında görerek olması gerekirken görmeden dediğime göre, çok kirleneceğiz sevgilim, *peki hala neden görerek dedin ki* çünkü cümlenin gidişi öyle bir intiba bırakıyor ya, ama hakikat başka biriyle evlidir canım, öyle de değil mi) önümüze gelen ne var ne yok yaşayacağız, arabalardan evlerden, yiyeceklerden giyeceklerden içeceklerden, kitaplardan(çok az) ve kitaplardan söz etmeklerden yaşayacağız, denizlerden ve sahillerden, belki gazetelerden silahlardan, sevişmeklerden uzun uzun sevişmeklerden yaşayacağız, iç çamaşırı giymemeklerden, akşamlardan, uykulardan, sabah işe geç kalkmalardan yaşayacak, tembelliklerden, kimseleri sevememeklerden herkes gibi, herkes gibi herkes gibi ve on üç yüz bin doksan dört kere herkes gibi, yaşayacağız, her gördüğümüzü, işittiğimizi, yaptığımızı, deneyip de yapamadıklarımızı, sade birimizin yapabildiği diğerinin katlandığı şeyleri yaşayacağız,