7 Mayıs 2012 Pazartesi

ben, benjy, benjamin

ama o ağır ağır böğürüyordu, haincesine, gözyaşları akıtmadan; dünyadaki bütün sesi çıkmayan sefaletin önemli umutsuz sesi.

CENNETİ TIKLIM TIKLIM DOLDURACAK DEĞİLİM YA!

ses ve öfke, william faulkner, sayfa 256, papaz incilden bişeyler okuyor, ve diyor ki,
CENNETİ TIKLIM TIKLIM DOLDURACAK DEĞİLİM YA!



ama daha öncesinde öyle daha kuvvetli şeyler söylüyor ki, buyrun işte:
"Uzun sürdüğü zaman, soğuklar...  Ey, kardeşler, size söylüyorum, Uzun sürdüğü zaman, soğuklar... Işığı görürüm ve kelamı görürüm, zavallı günahkar!  Onlar mısır'da yok oldular savaş arabalarında sallana sallana; nesiller yok oldu. Zengin adammış; şimdi ne olmuş, ey kardeşler?  Fakirmiş, şimdi ne oldu, ey kardeşler?  Size söylüyorum, uzun süren, soğuk yıllar geçip giderken o eski kurtuluş sütünü ve çiğini alamazsanız vay halinize!"

"Evet, İsa!"

"Size söylüyorum, erkek kardeşlerim, size söylüyorum kız kardeşlerim. O gün gelecek. zavallı günahkar, efendimizin koynunda yatayım, yükümü atayım diyecek. O zaman ne diyecek İsa, Ey erkek kardeşlerim? Ey kız kardeşlerim? İsa'nın anısını ve kanını andın mı? Cenneti tıklım tıklım dolduracak değilim ya!

ses ve öfke'den

rüzgarlı gün kilisenin üstünden geçerken soluk pencereler birbirini kovalayan hayaletlerle parlıyor ve sönüyordu.
.......................
.......................
Dilsey dimdik oturmuştu, eli Ben'in dizinde. sarkık yanaklarından iki damla gözyaşı milyonlarca fedakarlık ve feragat ve zaman pırıltıları arasından fırlayıp çıkmıştı.
"kardeşler," dedi kilisenin papazı sert bir fısıltı halinde, kıpırdamadan
"Evet, İsa!" dedi kadın sesi, yine ksık kısık.

william faulkner

Sonra bir ses,"ey aziz kardeşim," dedi.
vaiz kıpırdamadı. kolu yine kürsünün üstünde duruyordu ve sesi duvarların sesli yankıları arasında kaybolurken de yüzünü hiç değiştirmedi, bu sesin tonu eskisinden günle gece kadar ayrıydı, kederli, alto bir borunun sesine benzeyen bir tatlılığı vardı, gönüllerine çöküp kalıyor ve uzaklaşıp kaybolan ve toplanan yankılarla geri gelip kesilince orada konuşuyordu yine.
"Ey aziz kardeşlerim," dedi yine. vaiz kolunu kürsüden çekti ve ilri geri dolaşmaya başladı kürsünün önünde, ellerini arkasında birbirine geçirmişti, kuru bir insan şekli, amansız toprakla uzun zaman savaşanlarınki gibi kamburlaşmış. "isa'mızın anısı ve kanı adına!"  Bükülmüş kağıtlar ve noel çanı altında, kambur kambur, ellerini arkasında kavuşturmuş, durmadan ileri geri gidip geliyordu.ardı ardına gelen kendi ses dalgalarıyla boğulan aşınmış küçük bir taş parçasına benziyordu. ses sanki kendisini besleyen vücudunu emiyordu bir dişi ifrit gibi, dişlerini geçirmiş ona. ve cemaat sesin vaizi yok edişini kendi gözleriyle gördü, sonunda vaiz kalmadı ve kendileri de de kalmadı ve artık ses bile yoktu, yalnızca sözcük ihtiyacının ötesinde müzik ölçüleriyle kalpleri birbirleriyle konuşuyordu, kürsüye dayanıp maymun yüzünün yukarı kalkışı ve duruşun bütünüyle aydınlık, işkence çeken bir çarmıh oluşu, kılıksızlığını ve önemsizliğini yüceltti ve zamanın dışına çıkarttı, cemaatten uzun iniltili bir soluk çıktı, ve tek soprano kadın sesi: "Evet İsa."

SES VE ÖFKE

bir cadde köşe yaparak döndü, indi ve toprak bir yol oldu. toprak her iki yandan da dik olarak iniyordu; geniş bir düzlük orada burada küçük kulübeler, rüzgarların aşındırdığı damlar yolla aynı düzlemde. kırık şeyler, tuğlalar, tahta parçaları, çanak çömlek, ve bir zamanlar bir kullanma değeri taşımış nesnelerle kurulmuştu bu kulübeler otsuz küçük arsalarda. yetişen tek şey kenarda biten otlar, ve ağaçlardan: böğürtlen, akasya, incir...   Evlerin çevresindeki pis kokulara katılan ağaçlar, tomurcukları bile eylül'den kalma kederli ve dayanıklı görünen ağaçlar; sanki ilkbahar bile onları unutarak geçip gitmiş, içinde büyüdükleri ağır ve belli zenci kokuları ile beslensin diye bırakmış. Onlar geçerlerken kapılarda konuşuyorlardı zenciler, çoğunlukla Dilsey'e sesleniyorlardı.   ...........................
.......................
.......................erkekler ağırbaşlı elbiselerini giymişler, koyu kahverengi ya da siyah, altın saat zincirleri ve bir kaçında da baston; gençlerde ucuz mçiğ mavi renkte ya da ekoseli ve afili şapkalar; kadınlarda biraz sert hışır hışır eden jüponlar ve çocuklarda beyazların eskicilere sattıkları elbiseler. Benjy'ye bakıyorlar, karanlıkta gören hayvanların gizliliği var hepsinde.        ...............................
..........................
...........................
...........................
ve yaşlılar Dilsey'le konuşuyorlar, çok yaşlı olmayanlara Frony'nin cevap vermesine izin veriyor Dilsey.
..........................
.........................
yol yeniden yükselmeye başladı, üstüne resim yapılmış bir fonun önündeki sahneye doğru. meşe ağaçlarıyla çevrili kırmızı bir tuğladan bir kesilişle bitiverdi yol, kesilen bir şerit gibi. yanındaki eski bir kilise, çılgın çan kulesini resimlerdeki kiliseler gibi yükseltiyordu havaya, ve bütün sahne, uzaydan gelen rüzgarlı güneş ışığının ve nisan ve çamlarla dolu sabah havasının karşısında yatan düz toprakların son ucuna serilmiş renkli bir karton kadar düz ve derinliksizdi.