22 Mart 2011 Salı

birazdan gecikmiş olarak unutuldu, merdivenlerde gözlerini boşalttı, çakmağı sönmemişti, bir böcek bulup ezdi sonuna kadar, yürüyecekti şimdi, bir kervan bulup yürüyecekti, dolu yağacağını beklemişti uzun süre, arkasından bir el dokundu omzuna, sonra bir yıldırım düştü ayağının dibine, birinin penceresi açıktı, birisi çıplaktı, birkaç sendeleyip rıza gösterdi olanlarla, şişmişti dudakları, galiba burnunu kırmışlardı, acıyıp gitmeselerdi ayağa kalkamayacaktı sanki, kalktı üzerini topladı, durağa gidip otobüs beklemeye koyuldu, içindeki o korkunç sızı yine başladı, heyecandan kaburgaları kırılacaktı nerdeyse, bugün kırmızıydı, bugün alevdi, yediği dayağı hiç yememiş gibiydi, eve döndü, dolu yağmıştı ve bitmişti, baloda kaçırdığı kız aklına gelmişti, otobüsten inerken balonun yapıldığı okul meydanında, o da çıkıp gitmişti, kapıyı açıp içeri sokuldu, odasını bulacak halde değildi, birisi ona odasını gösterdi, kimsesi yoktu ama bazen de şanslı gününde olabiliyordu, sigarasından dört tane içti, her seferinde bir engel çıkıyordu sevmeye, bu da onlardan biriydi, hele bir keresinde üniversitedeyken, aynı sınıftaki tek başına sevdiği kızı öpmeye çalışmıştı, kız izin verir gibi dudaklarını uzatmıştı da, ama o asistan olacak hayvan kıskanmış gibi, bir cinayeti önlüyormuş gibi bitirmişti bu anı, ama ellerinin kızın memelerine değdiğini fark ettiğinde,  hak vermişti de bir yandan, her seferinde bir baltayla kesiliyordu sanki çiçek tutan ellerli, bu kez de olmadı, ve bir sigaraya daha başladı.
herkesten farklı çekiyordu zamanı içine, bir merhaba etmeden odalara girdiğindekine benzer, ıslanırdı adeta her yürüdüğünde, birisi sektiriyordu onu bir aşağı bir yukarı.
bitmesi gerekiyorduysa, bunun için ateşleyeceği her kurşun penceresinden sekecekti, bitecekti. görmeye can atıyordu bir kez daha, sabaha kadar uyutmamıştı onu sesler, ilacı merhemi kalmamıştı, durduramadı bacaklarını, hızla çıktı evden, okula varınca bir kez daha göreceğinden korkmuyordu yine onları, baktı, ordaydılar, kızgındılar. sınıfa girdi, bir müddet çıkmadı, sonra aşağı kantine doğru yollandı, oturdu iki şekerli çayından içti, gürültü ona soluk aldırmıyordu, mutlu insanları görmekten sıkılmıştı, gidip aynada kendini izledi, üst katın koridorlarındaki korkuluklara yaslanıp gelen geçeni gözetledi, beş dakika sonra nihayet görünmüştü, beş dakika sonra o ağrı ikisinin de canını acıtmıştı tekrar, o an aynı şeyler hatırladıklarını kaydetmiştir muhakkak melekler, anlaşmış gibi, birbirlerini göremeden de olsa, en üst kattaki fizikçinin odasındaydılar, kavruk tenine baktı, gülümsedi, karşılık alamadı, sonra çıkıp onu bekledi, demek ki bir milyon kez bile vazgeçirseler, yine de mücadele edecekti, yanına yaklaştı, kız durdu, yüzüne bakmadan durdu kız, yüzüne bakmadan ve bir söz etmeden o da seviyordu işte, yavaşça yürümeye koyuldu kız, arkasından gelmesini emredercesine, arkadan gelense itaat etti, yürüdüler birbirlerini hem tanımayarak hem de çok severek, birbirlerine aç, aynı zamanda erkek kızın tokasını kendisinin aldığını görerek, ve mutlu aşk yoktur sözünü şairin birinin yazdığı aynı kitaptan, aynı anda okumuşlukları vardı, hatırladılar, hatırladılar, kızın gözleri kan kırmızısı, erkeğin suratı dağılmış halde.

kamü

eşyaları alıp sokağa çıktık,karanlık basmıştı, gece olmasına az kalmıştı, yürüdük, güçlü oluyorduk git gide, canımız sıkılmıyordu bundan, maç vardı, malatyaspor 1. lige çıkmak için elazığı geçmesi gerekti, murat iyi konuşurdu, kaynaşabilirdi yanındakilerle, aç değildik, boyuna sigara içmelerden, eğleniyor gibi gözükmeye çalışmaktan sıkılsak da, başka çare yok gibiydi, maç uzatmalara kalsın diye içimizden çok geçirdik, penaltılara kalsa 1’e veya duruma göre 2’ye 3’e kadar dışarıda herkes gibi eğlenirdik, başımızı sokabileceğimiz bir yer yoktu, öyleyse bu maç ne kadar uzarsa, ve çıkarsa takım 1. lige, taraftarlar uzun süre eğlenirdi sokaklarda, onların arsında geceyi bitirirdik. maç penaltılara kalmadan bitti, Malatya 1 ligdeydi, herkes coşmuştu, sokakları, caddeleri bağırarak geçmek durumunda bırakılmıştık, iki tur attık Malatya caddelerinde dolaşarak, sonra arabasıyla şov yapanlar oldu, izleyip katıldık, belki bizde kalan en iyi anıydı bu, adam arabanın bir tarafını havaya kaldırmış dönmekteydi, iki tekerlek üstünde arabaya patinaj yaptırtarak dönüyordu caddede, sonra insanlar azaldı, gürültü bitti, herkes eve doğru yol aldı, sanki herkes birdenbire evine varmıştı, caddelerde tek tük bağırmayan insan vardı artık, sade biz kalıncaya dek gezdik caddeleri, birkaç tur daha attık, eve dönüyoruz gibi yaptık, yabancı görünmemek için, kalacak yerimiz olmadığı bilinmesin diye rol kesiyorduk, paramız yoktu, ancak yol parası ederdi ceplerimizdeki, telefondan abimi aradım, acil para göndermesi için, ilk iş yarın erkenden para gönderecekti, kahvaltı yapıp, çok kötü bir gecenin ardından, güzel bir gündüz geçirip dönmeyi planladık, sonra zaman durdu, kimse kalmadı etrafta, saklanmalıydık veya uyumalıydık bir köşede, evsizliği öğrenmeye niyetli olmadığımızdan,  bir yerde birkaç saat geçirip, okula dönecektik, üniversite öğrencilerinin sık uğradığı, yabancı filmleri oynatan bir kahvehanenin bulunduğu pasaja girdik, en iyi bildiğimiz yerlerdendi, orda iki, tahtadan ,uzun ve boyu kısa sandalyeye uzandık, uyuyamıyorduk biri bizi görür diye, telaş içinde kalmıştık, fısıldaşarak konuşmaya başladık, planlar yaptık, bunu kimsenin yapamayacağından bahsettik, ne kadar güçlü olduğumuzdan, ne kadar farklı olduğumuzdan, bir birimize hep dost kalacağımızdan, kaderlerimizden falan, sonra birden bir ses, sonra karanlıkta pasajın kilitli kısmından birinin içeri girmeye çalıştığını belli belirsiz gördük, çok korktuk, bekledik bir an, sonra aynı kişinin, aynı kişi olması gerektiği için nerdeyse aynı kişinin, pasajın bizimde girdiğimiz kısmından giriyor olduğunu ayak seslerinden anladık, hemen sandalyelerden kalkıp, pasajın iki girişinden dar olan kısmına geçip,bir nevi bizi görmeden tüymeyi istedik, adam tam da tahmin ettiğimiz üzere giriş bölümündeki geniş yoldan içeri girince, yavaş yavaş, sessiz adımlarla terk ettik gençlik kahvesini, İnönü stadına doğru korka korka gittik, stadın hemen dışındaki bilet peronlarının bulunduğu alanda, toprak ve az da olsa çimenli alanda durduk, ordan etrafı kolaçan ettik, her hangi bir kimsenin bizi fark etmiş olup olmadığını kontrol ettik, sonra uzanmaya karar verip, yarımşar saat arayla ve sırayla, birinin uyanık kalması şartıyla uyuduk, ikişer nöbet değişiminin ardından, hemen yanımızda köpeklerin de dinlendiğini görünce, orayı da terk ettik, sabaha az kalmıştı, ezan okunmuştu ve insanlar dışarı çıkmaya başlamıştı, polisler yoktu etrafta, ya da fark etmemişlerdi şimdiye kadar, bundan sonra görseler bile şüphe çekmezdik en azından, içimiz rahatlamıştı, etraf aydınlanmaya başlamıştı, çok gururluyduk, kendimize güvenimiz, birbirimize güvenimiz artmıştı, sabah olunca malatyanın büyükçe bir parkında uyuyamadan uzandık, konuştuk, sigara içtik, halen acıkma hissi hisetmiyorduk, abime sürekli çağrı atarak para göndermesini aceleye getirmesini sağlamaya çalışıyordum, ama bu imkansızdı, öğretmendi ve dersleri bitirip gönderebilirdi ancak, bu da demek oluyordu ki öğleye kadar bekleyecektik, öğleye kadar dışarıda kalacaktık, sonra bir başka arkadaş daha vardı başka bir cemaat evinde duran, pek bilemediğim bir yer, daha çok Kürtler vardı burda diye murat tembihlemişti, şefaa’nın kaldığı cemaat evine doğru gitmeye karar verdik, en azından kahvaltı edip, zaman geçirecektik, en azından şefaadan borç para alacak, okula dönebilecektik, şefaanın evine varıp, kapıyı çaldık, aynı okuldan başka biri açtı, hiç şaşırmadım orda olduğuna, kürttü ve namazında niyazındaydı, içeri girdik, okuldan tanıdık başkalarıyla selamlaşıp, birkaç yalandan sonra, rahatlamış olarak kurulduk bir çekyata, iyi gelmişti bu, nerdeyse iyi ki gelmişiz dedik, şefaayı ilk kez bu kadar sevdim, kahvaltı ettik, namaza kalmadan çıkmak için bir bahane bulup ayrıldık ordan şefaayla, sonra okula dönüp hayatımızın değişeceğini ama, daha mı iyi daha mı kötü bilmeden, daha iyi yaşamaya başladık, zaten iyiyle kötü arsında pek bir fark yoktu, ama kötülüğü her zaman hissedebiliyorduk bundan sonra, yapacaklarımız ve olacaklarımız hepten değişiyordu bunu anladık, anladık ki büyük insanlar en çok ve en büyük tehlikeleri atlatanlardı bundan böyle,