21 Eylül 2011 Çarşamba

cam kenarları için saklanılmış biletler

kızgın olduğumuz şey her yere yayıldı uçaklarla
balıklar söylenip durdular bunu görmedikleri bir yerde.
zamirlerin kimi kastettiği belli değildi bu hengamede
hengame dediysek sarhoşken bütün eviçleri öyle
iyi kötü ayrıldığımız mekanı bulmuştuk, sarhoştuk hepsi bu
terk edilmiş ayrılıkların mezarı, pençe izleri kalmış tüh


kaçtın ve saklandın sakıncalı bir nehre
şehir şehir olsaydı bu kadar şaşılmazdı gelene
ve sen kaçtın aceleyle saklandığın dirilişe
öfkelenmiş gömülüyordun bulutlu camlardan
kaçmış sığınmış bulunuyordun helak edilmiş kavimlere
gelmiş bir ay çıkmıştı tam üstüne tam saçlarına
konmuş bir kuştun sen, kızgınlıktan esmer
yanlış ne vardıysa hepsinde biraz haklı ve esmer
bi sigara içimlik cumhuriyetler vardı, öyle şirin öyle pak
izmarit bulamamıştın, bari deniz temiz kalsa
ama kızgın değilsin hala kendi yaşındaki çocuğa
öpülecek alın çok, büyümek gerek kelebeğe
ve sevinç içinde Bitlisi öptün pembe renkli bir gülde
mavi kapaklı bir dergide yazdılar bunu ama, ellerimi tutma


çalışılmış bir ayrılığı tekrar edip durdun sokak yolunda
sigara içmek için ülke yaratmamıştılar terk edildiğinde
ama sana söz işler iyi giderse bundan sonra
darmadağın olacağımız dişe dokunur bir uçurum ayarlarım sana
sert bir içki bulurum, kadere inanmaktan vazgeçeriz
ikinci kez yaratılırız, sert adamlar olup çıkarız
a harfini dilediğimiz kadar uzatırız bağırırken sevgiliye
Afrika’ya kadar düşünürüz ayışığını, ama çok üşürüz
ve başladığımız yerde bir sokak kedisine dönüşürüz

aceleci bir bir fırtınada yenik düşen efendinin karısı





çok aceleci fırtınalar geçti önümüzden
kiraz ağaçları kırıldı ve penaltıları kaçırdık
kaldık ellerimizde yapmacık çiçeklerle
ve hızla uzaklaştık mevsimlik acıtan parklardan
vapurlara doluşan kurtlar olduğumuzu öğrendik
yapayalnız kadınlarımız sıska kurtlara kaldı
bayraklar astığımız şehirler uçurumdan aşağı…

ve bir de zarif ayaklarımız vardı ama dil bilmeyen
kibar kentlere uğradık bunlarla ama biletsiz
zulümden gözlerini kaçıran beyefendi üslubumuz
bizi ta hürriyetin kilitli karanlığına ulaştırdı
meğerse kaptan telaşlıydı, aynalar karanlıktı
meğerse aynalar bulanıktı, kaptan sessizlikten muzdarip
yalnızlıktan kapkara düşmüştü teninin her damlası

biz şimdi vapurdayız, etraf darmadağın, yağmur bildiğiniz gibi
ceplerimizde bir kitabın zorba harfleriyle
kendimize ağıtlar söylemekteyiz
bütün karaları geride bıraktık, bütün arı şeyleri
bayraklar astığımız topraklara çığ düşmüş denildi, kabul ettik
güçlü bir halatla bağlamışlardı vatanı uzak bir kaldırıma
kaldırım ne kadar sessizdi, ne kadar da yetim düşmüş
deniz ne kadar da umutsuz gidiyordu bizi götürmeyeceği yere
hançerlenmiş halimizle pejmürde halimize baktık
sonra kaptan gözlerimizi kamaştırıp kamaştırıp
bütün ölmüş mültecilerin yerine bizi denize döktü mü döktü
ölünceye kadar yüzdük, yüzdük ama sevimli değiliz biz


mürekkebi bitmişti artık yalnızlık denilen jiletin
akşamlar ekim ayları ve Pazar günleri için
yeterince bekletilmişlerdi.
yağmur felan yağdı, filim felan başladı, anneler felan öldü.
denizde boğulmasına boğulduk, üşümesine çok üşüdük
kışın gelişini cennete asılmış afişlerden öğrendik
öğrendiğimize değmedi annelerin öldüğü, yağmurun başladığı
yağmurun başladığı güne döndük, uğultuluydu
karanlığın sakladığı dünyayı özledik te özledik

denizler çok tatlı, ayşe sevim öyle, okula yeni gelen …
anneler ölürken bile çok gayretli ve sofra kuruyorlar
yazılmayan şarkıların martıları olarak sofra kuruyorlar
tutup ellerini yıkadıkları sessizliğin devamını çekiyorlar
karanlık bir odadayken karanlık bir gemiyi özleyen
bir tufanın denizini bile bilebiliyorlar
biliyorlar kendilerini…