31 Mart 2012 Cumartesi

seni saklayacaklar


hava çok gürültülü, latife tekinsiz bulutlar

aramızdaki telgraf vuruşları: konuşamadıklarımız

bayraklar senin izninle demirlere asılır

halk büyür, tırnaklar uzamaz, ben sana erkek

eskiden  beri suya batırılan ekmek

bir masada geçer tüm masallar

SENİ ÖPTÜĞÜMÜ SANACAKLAR

RedHack üyeleri bugüne kadar yakalanmamalarının nedenini de ”Yakalanmıyoruz çünkü onlar bizi nerede sanıyorsa biz orada değiliz. Biz orada değilken, nerede olduğumuzu düşünüyorlarsa aslında orada da değiliz. Hadi bizi buldular. En önemlisi bizim biz olduğumuzu ispatlamaları imkânsıza yakın” diye özetledi.

alsana epik şiir, pratik usun eleştirisi:kant, bizim şehrimizin kant'ı yoktur,


bunları sevdim, ama yine de gerçek olan bu değil,,,,yazmasak olmazdı, yazdık olmadı (y.erdğn) sözünden hareketle bişeyler yazayım istedim, hepsi bu,

bundan önce de  bişeyler demişler
şöyle  ki;


KESK’e yönelik polis şiddetini protesto etmek ve KESK’li emekçilere destek vermek istedik. Aynı zamanda RedHack tutuklanmalarında alınanların masum olduğunu göstermek, serbest bırakılmalarını istemek amacıyla bu büyük eylemi yaptık. Eylemimizi 30 Mart 1972’de özgür bir dünya kurmak amacıyla mücadele eden ve hunharca katledilen Mahir Çayan’a da ithaf ediyoruz.”

peki
zaten her şeye peki
sanki başkasına ithaf etseler bu kadar güzel olmayacaktı
lakin ben
mahir çayan anadilde eğitimi destekliyor muydu diye paragraflar açtım hemen kafamda
somut düşünmek kitabım çıktı bu


nedense cem garipoğlu canavarını canavar olarak düşünmemiştim hiç, ulan ergenlik çalkantılarından biridir bu yaptığı diye düşünüyordum, ama hele dur orda, bi sorun var, asıl ergen olan hala benim, sen nasıl düşündüğüne göre varlaşan biri değil misin, al işte sana ergenlik, daha çıkmamışsın, onu canavar olarak görememek bi tür ''orda bi yerde kalmışlık''  VE YA ''   bi tür    ''orda unutulmuşluk, ciğerlerinde et bırakmayıp ağzından teker teker çıkan böceklerle hem de'' .(bakın böcekler ''gibi'' değil, onu yaşamışsınız  olum gibi, bunun için güzel bi hikaye de var, mesela şöyle;
(anny) -seni ilk öptüğüm zamanı hatırlamazsın tabii

(roquentin)bir zafer kazanmış gibi,
- hatırlıyorum, çok iyi hatırlıyorum. thames kıyısında, kew bahçelerindeydi diyorum

(anny) - ama hiç bir zaman bilmediğin bişey varsa o da benim dikenler üzerine oturmuş olduğumdu; eteklerim sıyrılmıştı, bacaklarım delik deşik olmuştu, kıpırdasam daha çok batıyordu. orada stoacılık para etmezdi işte. bana dünyayı unutturmuş değildin, seni öpmek için büyük bir istek de duymuyordum, sana vereceğim öpücük çok daha önemliydi; bir antlaşma, bir bağlantı olacaktı bu. duyduğum acı ne kadar kaba bir şeydi değil mi? böyle bir anda bacaklarımı düşünemezdim. duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu,,,,,,,,,

duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu,,,,,,,,,

duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu,,,,,,,,,

duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu,,,,,,,,,
 S
ARTRE , bulantı))

redhack hakkında bişeyler yazmak gerek, bu sizeydi sevgili dostlarım, bu aralar ancak böyle şeyler okuyabilirim,,,falan fistan

24 Mart 2012 Cumartesi

bir kadın ağıdı

alt kattaki .............................................................
saklanıp bekliyorsun, ıssızlık nerde bulup çıkarıyorsun
bir şehri kollarından tutup kaldırmışsın ayağa, helal olsun
susmak: isyandan önce büyüyen ses
derin bir hüzünden kaynaklanan bu sesinin içinin bir yarısını
tamamen kaplamış aşk
unutuyorsun, kurutmuşsun ta en baştan eldekileri
damda tek başına sigara ısmarlamışsın kendine, ihanet de edebilirsin artık
güya birini beklememiş kadar acayipsin
durduğun yer aslında insanların arada uğrayıp krizler geçirdiği
asma ağacı altı diye bir şey
geliyorlar ve sana kızacaklar umuyorsun
sakince ve sinirlice yaklaşmakta hiç beklemeyerek beklemekte olduğun
ona vereceğin tek kelime yok şu an herhangi bir dilde
bu yüzden stop, o yüzden sessizlik
ama durur mu, sana bakmadan görüyor nasıl da itaate hazır olduğunu
efendisini eğlendirmeyen köleye ayrıcalık yapılmaz misali varsın sen orda
orasını bunu için yapmışlar, yabancı şarkı dinlemek bir virüstür
şikayet etme! seni de özlemek için yapmışlar
bir başkası kızmak bağırmak için var, haklı çıkmak için
kahverengi yaralar sürmüşler sana, bulantı içinde kalmışsın
bir kadınsın yeterince iç çekişleri olan
ve gece eteklerin için sana minnettar
bir adam seni dansa kaldıracakkenki güzelliğin
unutulmayacak istedin
bir terminal kadar yalnız bakacaksın o curcunada
sana yol gösteren yoksa bile
çok sevmiştik biz limanından geçeceksin
ulaşılmayan yer kalmadıysa; otobüsler yansın

22 Mart 2012 Perşembe

BİR BANDA ÇALINIYOR YAĞMUR

yağmur ertesi çıkılıyor pahalı yerlerden
sokaklar sıkılmak nedir bilmiyor insanlardan
bir banda kaydedilirken kime doğru yürüdüğün
elinde çantayla düşünmenin yakıştığı adımlarla
yalnızlıkları görünmesin diye ortadan yürüyen adamlar
bir caddeden bir caddeye dek yeşil giyinebilirler
bir çatı katı sana doğru çöküyor filmi çekiliyor çarşıda
biri nasılsın dese iyi olacakmışsın gibi terlemek
veya işe gitmek, yürümek, gayretine değer mi hayat
adında bir soruya karşılık geliyor o siyah şemsiyen
ama ıslanma sen: manavlar elma satar
sevdiğine elma vermek de hüzün içeriyor
kız zaten muradına ermiş çünkü sakıncası yok

insanlar plakalarına göre yaşayıp
kediler plakalarına göre yaşıyorlar
sen de atlayıp taksiye
yunus emre taklidi için bir hafta sonrasına
vazgeçilmez ağrılar çoğaltmaya yararsın
işte çaresizlik işte sürmelidir
yine de yağmur kadını toparlıyor vapurdan indirip
günde beş saat ölçülü olmak gayreti biter, hayat müşterek, ağır o yaz
denilecek ki : yok mu bana da anne olmaya gelecek?
yok oluruz birbirimize, kendimize yok oluruz
o koca terminalde bi tane otobüs kalmamış kadar şair
oluruz birbirimize
birbirine benzeyen şiirler birbirine benzemiyorlar
diye bakarız kendimize

20 Mart 2012 Salı

YALNIZCA ÇAY İÇİYORUM KENDİME (suskunluğumu susturuyorum)

kendime her zamankinden yalnız bir çay
beni anlamaya gelecekler mi ?
için bir yarım porsiyon bekleyiş
bağırsam geçer mi bu her şey diye acı çekerek
susuyorum şu zavallı kendime.
buralarda ne işin var, bu soğuk kokan mahallede
bu bir bardak dünyanın temiz yüzünde
özellikle cam kenarlarındaki göllerde
yaşadığın dehşet
boğulmanın verdiği şehvet
bu istemesen de öldüğün devlet
sana yalnızca çay verecek.
bu zor, bu garip çıkmazın sabaha karşı uyanışında
bir camekanda mı görmüştüm sizi diyecek
birileri kadar bile edilmeyen zahmet
bu yabancılık ve rutubet
beni de alıp götürecek.
yani fazlaysa o melankoli
yani ne kadar inceysem artık topallaya topallaya
konduğum dal taşımıyor üzerinde
çıkardıkları dumanlardan da öteye bir çay, çay vakitleri
sonra biri hayal meyal uzanır
sonra kalktım ve ziyan ediyorum diye bu her şeyi
kolonya döktüğüm masaya doğru terk ediyorum sesimi
ve yazı yazmak sigara içmeye dönüyor birden…
o kalkış meydan okumasıydı gelemeyen koca sese
ses mi dedim, ses dedimse suskunluğuma verin, utanıyorum
garip garip kendi kendime utanıyorum
ve sürekli duvarları tırmalar gibi ellerim
yavaşça dövüyor kendini
aynı zamanda sabahtan akşama kadar yalnızım.



YOLCULUKLAR KURUTTU İÇİMİ ENİS

yürürken cebinde taşıdığın huzur
adında bir kızın sarışın resmi
sanılan o biraz göklenmiş bahar
ve aynada yüzün ihtiyar çıkar
karışık duygular dışındasındır
ya sen gideceksin elbet
ya sana benzeyen biri
seni andıran birkaç kelime
kadar bileklerin
kesilse istenen derinlikte
dikkatle toparlanmış o gürül gürül
akan kan akan gül reçeli gibi
diye kırmızılaşan senin temiz gömleğin
elbet bir yolunu bulacaktır
üşüyen bir birine anne olmaya
kazak olarak ve çadır olarak
ellerinde en nefis yerinden koparılmış
denen o pasla birlikte
her yere benzetilen o her nasılsa sahilde
ve denir ki orda sana
ancak kucak verilecektir
sarıl şimdi
sarıl akan şu hayat oruspusuna
sarıl bitecektir nihayet

10 Mart 2012 Cumartesi

yazmadığımız şeyler getirildi akla, bağırmadan şarkı söylemek denildi bize

birbirine bakarak topallayan, yorgun
karşıdan karşıya bir çift insanlarla
parmaklar, darmadağınıklar, dullar, ağrı kesicilerle
üst üste yapılan savaşlardan yoksul ve güçlü çıkmış almanlarla
Allah bağışlasınlarla, hadi bir daha belkilerle
bu sefer daha temiz ve derinden intikamlarla boş avlularda
mavi siyah bir göklerin sesi üzerine bile altına kaçıranlarla
afrikadan kaçıp fransayı özleyenlerle
her şeyin ayaklanmasına ön ayak olanlar, olanak sağlayanlar, peşkeş çekenlerle
biriz, buradayız, paspaslandık
süpürülmesi gereken bir yerlerin altında kaldık
vatandaşlık gömleği vatandaşlık pantolonu ve vatandaş omuzlarımız
hep birlikte üste çıktık, bağırdık, çeşmeden içtik
buna beyaz bir vazodan dökülen pembe taşlarla katıla katıla gülenler oldu
buna öylesine açık seçik gülenler oldu
buna anasını babasını kaybederek ağlayanlar da oldu
mesele değil
yalnızlar dur durak bilmeden şizofren yanlarını otobüslerin altında ezdiler, omzumuz çıktı
bir savaşı yangın yeri yapan mezbahalar, ineklersiz şehirler, sütsüz ana babalar
yoksa bizler, yoksa lahmacun, moda, kent ve köpekler
cumhuriyetlerle iranın ilgisini kanıtlayan devletler
ve zor iş, çiçeklerle yan yana çingeneler
lüzumları olan çekip gittiler
bize gereksizler ve böbrekler
taşları ağrıyan haller nihayet
birbirine ağlamanın moda olduğu zamanlar
bitmesine inanıp da bitiremediğimiz çoğunluklar
morali yitmiş şeytan görünümünde
büyüklerimiz için oynayan küçükler
küçükler için sırıtan amcalar yahut Mustafalar
kutlu olsunlar, geçmiş olsun, nerde kaldınızlar
benler, benlikler ve caddelerde pazarlığa tutuşmuş kurmaca sanat müdavimleri
oradalar, buradalar, henüz yetişmediler, az evvel çıktılar
belki filmde kaderlerimiz çekiliyor veya bavuldayız götürülüyor
okunuyor ama her fırsatta anlaşılmıyor
yol uzadıkça uzuyor çünkü sözcükler büyümüyor
çizgiler çizilmesine ve uzaklık değişmemesine rağmen
aynı ebattan adımlar
bu adımlarla çekip gidip dönenler
hepimiz ve her şey onlar için
üçüncü köprüleri onların, onların pür neşesi için
bize ayrılan sevgili nöbetleri, bir parkın içinde saatlere bakarak
hatalarından ders çıkaranlar kımıldamadan
ve köşe bucak sevilip sayılanlar
ve neva caddesinde hala kocalarının kolunda kadınlar
burunlarıyla sayılan ve paltolarıyla müdür olmuşlar

nazik bir el tarafından tutuldu kuşlar
yağmurun altında bombalanan çocuklar,
koşan çocuklar, çocuklara öldürtülen kuşlar, çıplak havalar
nakaratlarını sessizce söylediklerinden çok sevilenler gıpta edilenler
ve neticede içeri alınmışlar, iç geçirerek de olsa ve marşlardan kaçarak
yazmadığımız şeyler getirildi akla, bağırmadan şarkı söylemek denildi bize

bir şiire krallığım, süleyman unutmaz

En zoru cumartesi sabahlarıdır bilir misiniz?
Noktalama işaretleri bile soğuktur soğuktur soğuktur
Kahvaltı telaşına kaptırıp kaptırmamakla kendimi
Gülümseyip gülümsememek arasında kendimi
Hadi uzatayım birazdan Sultanahmet fetişizmine kendimi
Arasında darmadağın kalmışlığımdan yıllardır bilirim
Kalp ağrılarımdan bana kalan sabahlardan bilirim
La bohem hayatların mirasından bilirim
Ne ağzımda acı tadı kahvenin ne penceremde güneş takvimleri
Sanki Mikalengelo “Kalk ve yürü!” dedi Musa heykeline
Ondan bilirim
İnandığım yanlışlardan inanmadığım doğrulardan bilirim
İlktir sabah sabah bir şiirin beni iğfal etmesi
Sıkışmış bir insanlıktan
Çatlayan kemiklerden bilirim


Çok daha kötü günler göreceğiz değil mi tanrım?
İkimizde gökyüzü kararacak vebaya yakalanacağız
Kemirilmiş dişlerimizle bir kadının hayatını kıskanmaktan
Kalacağız sokaklarda değil mi?
Bayan Makedonya beni sevmeyecek ama anlayacak
Bu bana korkunç yetecek değil mi tanrım?
Ve ben yine ceketimi seyredeceğim
Güzel ve uysal
Tıpkı kaybettikten sonra başlayan oyunların adı gibi bir ceket
Ceket ki erkeği erkek hani kadını da sevgili yapardı
O ceket ikimize bir yürüyüş verirdi
Korunsun diyeydi göz bebeklerimiz kalabalıklardan kabalıklardan


Tahta köprülere lanet yağdırmasaydık keşke tanrım
Keşke Orphaned Land dinlemeseydik destursuz
Ben göndermeseydim Abdülhak Şinasi Hisar’ın ses kayıtlarını Selim İleri’ye
Endülüs’te Raks’ı bu kadar kötü okumasaydı Ahmed Agâh
Ki asıl adıyla okumuş Yahya Kemal şiirini
Telaffuzu Türkçeye göç edememiş bir sürgün gibi
Süleymaniye Camii’nin içinde aklıma gelseydi
Kulun yükünü nimetten saydığı
Affet
Yanlış döndüm kubbenin altından




Boynuma küfürler saplanıyordu
Küçük küfürler ucuz küfürler öfkeye dar gelecek yavan küfürler
İnsanı yere basmaktan utandıran bir hali vardı çünkü dünyanın
Bütün orospu çocuklarının işgüzarlığına dönüyor gibiydi
“Hiçbir şey espri değildir” deyişi Sabri’nin
“İnsanlar yalan söyler” demesi bir başkasının
Nasıl da yerini buluyordu
“Oğlum biz kızları canavarlardan kurtarmaya çıkmıştık
ama onlar canavarlara âşıkmış” diyordum
Metin’le sırt sırta kelimeler boyu konuşuyorduk
Öfkeli değilsek bile öfkeli olmalıyız kararlılığı bu
Sussak da olur ama konuşmalıyız çırpınışları bu
Her cümlenin sonunda aynı tanrı kapısı
Aynı seferberlik telaşıydı


Dünyanın bütün yanlışlarını yaşamak mesela
“Parası olan herkes yakışıklıdır”
Paradan bahsetmem şiirlerimde demek ki vakti gelmiş
Demek ki ölçüsüz bir bilgelik ağartmış sakalımı
Yüzümde o yakışıklı ölüm aklığı da ondanmış
“Tanışmadığım kimselerle tanışmam!”
Hani müslümandık?
Hani aşkta dahi aranan aşktık?
O kokuşmuş insan oluşların çiğ günlerine boğmuşlar
Kaybolan şiirimi
Kalbimdeki titremeyi
Geceye tüy gibi düşen sessizliğimi


Kahverengi bir hırkam olsaydı daha çok severdim kendimi
Kahverengi bir hırkam olsaydı vakur dururdum karşımda
Daha nazik sıfatlarla bakabilirdim onlara
Onlar
Çarşıdan dönenler parklara çıkanlar hafta sonu işçileri
Yorulmadan dinlenenler çekirdek çitleyenler çocuk yapanlar
Pazarlık yapanlar tutumlu olmak için geceleri uyuyanlar
Sevinçle otobüse binenler ömür boyu ölüp duranlar
Yok benim kahverengi hırkam ve sakin değilim
Hayır şair de değilim
Estetik bir öfkenin peşindeyim ben
Biraz da adil bir öfkenin
Yankısı geri dönen öfkenin
Oysa düşmanlarımın suskunluğundan
Ağrılar saplanıyordu hırçınlığıma


Aç acına sigaralar içtiğim akşamların hepsinde
Masa örtüsünde küller tanrıların göz bebekleri
Kendimi sıkıca tuttuğum Cuma akşamları kadar aklımla
Savurdum benden öte ne kaldıysa yadımda
Neyse beni benden eden beni ben eden
Neyse defterleri kırış kırış yalnızlıklarla eş tutan
Bunlar dedim kanıma kül dökmeye gelmiş teklifsiz bakirelerdir
Bunlar ekmeğimizin arabı suyumuzun kem rengi
Ellerimizin tüm pisliğini sildiğimiz bunlardır
Hem bizim ellerimiz karmakarışıktır bahar bilmez
Sevgilisi biziz puslu yamaçları kesen sisin
Biziz kışta ölüm şiirleri yazda toprağı örse çağıran hamlık
Biz onu yanmış cesetlere gül suyu dökerken gördük
O ki sendeleyen çocuklar ölüm olurken düşte mecruh
O ki zebundur ağrılarını adadığı adaklar fiyasko
O bizi şuurun ters aynalarında taşa tuttu
Öldüyse de kalbinin yakınlarında öldü


Bir çift makas gibi sözlerimi keserken yokluk
Topuklarında ezilen kaldırımların geceye düşürdüğü şiir
Vesaire vesaire vesaire vesaire
Yalanlarını omzuma levha yaptıkça yaşamak
Başıboş yürüyüşlerden dokunan kader kumaşı
Vesaire vesaire vesaire vesaire
Kendime inanırken yükte hafif pahada ağır
Sarsılırken dilimi yakan pervasız tebessümler
Vesaire vesaire vesaire vesaire
Bir çift tabanca gibi boşluğu tararken gözlerim
Aşk esnafına müşteri mi etmiştim kendimi?




Ve beni bir düşü görmeye çağırdılar


“Vayomer elohim yehi or vayehi or”


Ve sen öpüp bir nar bıraktın avuçlarıma


Ve sen ne güzel sustun ben ayakkabılarını bağladığını düşündüm


Sen nasıl sustun öyle yan yana ama birbirine karışmayan denizler


Ben eski Türkçe sularla akarken


Sen sanki Farsça sustun İbranice ve Sanskritçe


Biz seni yenilirken sevdik diyen ayetlerle doluyken bağrım


Ve yetmedi mücrim soluğum


Denizlerini kımıldatmaya


Ve bütün uykularından uyanmış çocuklar


Nasıl bakarsa annelerine


Ve nasıl yeşerirse intihara çiçekler
.
.
.
.
.
.
.
.






Nasılsın tanrım?

yetime bir tekme tokat da bizden mi acaba

ayrılırken giydiğin etek
kızınca belirlileşen çiller
maskeye benzeyen yüzün
aklımda kalmış onu konuşuyoruz
malum sebze yemiyoruz çok konuşuyoruz
sebzelerden konuşup çok konuşuyoruz
hele bi gelsin bu otobüs diyoruz
ve birbirine benzeyen şiirler yazıyoruz
halbuki nerde kaldı bu otobüs diyeydik
bekletilmezdik bu kadar bizi bulanlara
beklemek koyuyor insana da konuşmak hiç
belki diyorum sizin yerinize sizin için
neden bir başımıza varolmuyoruz ki
herkes yokken bağırmıyoruz ki (her kes dediğin tam üç kişi)
bu piçliği yani hiçliği döşümüzden atamıyoruz
yoksa gömlek mi kötü diyorum sizin yerinize
halbuki dağlar karlı diyor arkadaş
tam da bir başkası diyorken teröristler bitecek
sonra bir şair bir ceketinin bir cebinden
yaz gelecek diye yaza hazırlık diye
günah çıkarıyor (karışık İskender)
ancak sonradır ki yaz geliyor
biz konuşkanız ve lirikiz ve epikiz sırf bu yüzden
geleni de görmüyoruz ki ağırlayak
hande yener posterlerine bakak
onun yerine
gökyüzü kartpostalları satınalıyoruz
bazı şiirleri anlamıyoruz
bazı kavgalara gitmiyoruz
yetimle konuşmuyoruz
ama mikrofonla konuşmak istiyoruz
küfürlü konuşuyoruz
yine de daimi haklılığımız bozulmuyor
caddeler teşne fiiller çatısız elma bitmiş oluyoruz
külotlar füturistik, atlet olmak istemeyen pamuklar
yetiştirsek ne yetiştirmesek, bunu anlasanız ne anlamasanız ne
hep konuştuktan sonra kimi duyarız ki biz
zaten hep konuştuk bi daha konuşuruz biz
cemal abi az konuşmuş ama, bunu bile konuşuruz işte
hep yetiştikten sonra kimi özleriz ki biz
o kadar umut ekmişiz ki
yanımızdakiler hep hüsran
zaman kötü de biz hiç salak değilmişiz
yok salakız

7 Mart 2012 Çarşamba

BASİT BİR YALNIZLIK DA YETERDİ


Basit bir kareli defter de yeterdi
Samatya istasyonunu anlatmak için
akşamı beklerken
beklerken parçalanmış umutları
biraz önce yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
biraz şairdir akşama doğru
anlayışla bakar istasyon şefi
hafif gülümseyerek
ve aldırmaz bile
ve birden gün geçer
aldırmaz
tirenlerle yolcularla yüklerle
biletlerle pasolarla geçer gün
ve Egemen Berköz evine döner
Kupkuru yüreği hüzünden
hat boyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru
bir gün bir kadın çamaşır asarken memelerini görmüştür
bir gün don fanle bir adamı sabah sabah pilav yerken
bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız
bir gün her gün insanlar biletler istasyon memurları
ve bir gün Egemen Berköz evine döner
Sabah midesi bozuk
öğlen fasulya kılçıklı
bir parti satranç oynamış
iki metin yazmış
Pavese'den birkaç sayfa okumuş
birkaç çıplak kadın resmi bakmış
pencerede birkaç dal ağaç
ve birkaç ondört onbeşinci kat uzaklarda
rüzgârda perde uçuşmuş durmuş
sonra aklında kaktüsleri
sonra Ben Shahn'nın ve Amerika'nın insanları
sonra Töbder'in ve Türkiye'nin insanları
sonra çantasında bir ufak yeni
sonra elinde bir küçük kavun
sonra içinde kıpırdanan bir şeyler
Egemen Berköz evine döner
Tirenden inip istasyondan çıkıp
istavritlere kolyozlara bir göz atıp
tırmanır Mütesellim yokuşunu
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini
düşünür ta beşinci kat onaltı numaranın kapısına kadar
düşünür basit bir kareli defter de yeterdi

basit bir kareli defter de.




EGEMEN BERKÖZ

yalnızlık marşları

şimdi sen bir devlet olsan çok tutulursun
bir çok sorusu olan çözümler bulursun
bulursun bu kadar niye gelmedin biraz
böylece sonraki şimdilere uğurlanırız
şimdi elinde mızrak olanlara deştirirsin böğrümü
okunaksız yazılar yazarsın camlara yağmurdan
deli edersin sen bizi mutfaklarla çamaşırlarla
kışın uzun geçer bahar topallar
ve boş bir yolda biraz çok beklemiş kalarak
unuturuz seni de hayli hayli
toparlarız renkleri dengeleriz skoru
kurutulmuş günler sorarız annemizden

yaşamak vaktine geç kalmış otel yorgunlarıyız
ki öyle sarmaşığız, dallarımız bitmek üzre
sonra benim sezen aksu bileklerim de incelir
sonra bir tapanca beni nişan alır
saklanmayı başaramadığımız sokakların öksüzleri gibi
vuruluruz karanlıkta

çünkü geç kalmayı öğrenemeyecek kadar mecnun değiliz
tersinden okuyanlar için sigaralarımız yanar
çatık kaşlı babalar bıyıklarını uzatırken çocuklara
saatin tik tak’ları dökülüverir halıya
halı temizlenmez radyoda söylenen şarkılarla
bahçeye çıkılır kızgın ve geri dönülür kızgın
ve vuruluruz karanlığa uzayan aralarla
gelmeyeceğini bildiren evlerin yüksek katlarında
gelmeyeceğini bilen evlerin tehlikeli odalarında