19 Ocak 2011 Çarşamba

DERSİMİZ YALNIZLIK

DERSİMİZ YALNIZLIK
Kavuşmaları gibi bir ocak akşamı ile bir maliye müdürü karısının birbirlerine, biri gittiği için öbürünün geldiği bir bekçi kulübesindeymiş gibi yavaş ve ıssızca, kahvelerini yudumlarken bir sabahtan akşama kadar üşüyene dek, ve halen düşünebiliyorlarsa birbirlerini bu kadar hızlı geçebiliyorken önlerinden kent, bu kent o yapışkan soluğunu üzerimize dökmeden yapamazsa lakin pencereden gizli gizli takip ediliyorken, ben traş olmamışken, sen süslenip püslenmiş misindir bilme ki yine de, lakin ardımızdan yavaş yavaş seçilebiliyordu artık karanlık, gitmesi gerekti aramızdan birinin yoksa kim yetiştirecekti çocukları trenlere, gitmeden edemezdi çünkü herkesin kendi İstanbul’u vardı biraz, hem biraz sona saklanan sonlar yok muydu filmlerde sorarım size?
Ayaklarımıza takılmış bir kundak, bir beşiğimiz yoktu uyutacak, çıldırmıyorduk da çok zamandır, bu bize iyi gelirdi asıl, ama güneşi sahneye çıkarmamıştı Allah, oyuncular bizdik şimdilik, zira rollerimizi ezberlemek için alıştırmalar çözüyorduk ilkokul duvarlarına, arıyor, buluyor, kundaklıyorduk her caddesini hürriyetimizin. Acınacak haldeyiz, elimizden almışlar sessizce bir başımıza dinlemeyi ikimizi, sadece ve sadece seslerimizi dinlemeyi, aynı zamanda zaten burada şair pek kırgın da değil bize ya, hepimiz yorgunuz veya ben eve geç kalırım örneğin, gece geç saatlere kadar çıkarmıyorum tapancamı karnımdan bu sebepten ama, maç sessizce başlayıp sessizce bitecek bu gidişle ama, kar yağmayacak çünkü, yağsaydı ben zaten vana kaçırırdım seni ellerinden tuttuğum için, duymak ve seni ısıtmak için kadehlerime sığınırdım, tütünlerime ve eşkıyalarımın kınlarına ,
Olsun, şarkılar böyle daha sert olsun, olsun ben birazdan çıkarım dünyadan, ve seni bırakırım İstanbul’un söylediği kucağına. Söyle bana şimdi, yeterince kırıldın mı konuştuklarımdan? Ya da bana söyle yoksa ben karşımdaki çocuğu gözüme kestirdim yani, yani acınacak haldeyim, kuşlarım dönmüyor uçurtmalarıma,
Akşam bilet alıp gelemediğimden olsa gerek epey yerindeydi keyfimiz, inan sana bakmakla başlıyorum yazmaya, inan pek de önemli değil şu sıralar bombaların patlaması ve isyanlar, ve malum başbakan hiç susmuyor ama, pek de önemli değil bu sessizlik, bu yalnızlık, bu silahlarını sıkışın başımızın gözümüzün üstüne,  ne de olsa ikimizin de başı ağırıyor yakından bakınca, ikimizde küsüz kendimize.
Bir güvercin balığı kopuyor geceye, gece taşlıyor taşlarımızı ve ökkeşin filmi var keşke kaçırmasak, ve ateşi yaratıyor yaradan, ikimiz ağlıyoruz yine de, ikimizde küsüz hazırolda beklerken sevdiğimizi, söylenmez ayıptır ve karnım ağrıyor ama düşmanca, ellerin çok uygundur ağlamağa canım bu benim fikrim, bu işi de günahtır sayma lütfen, ne olur sayma bunu vaktimiz doluyor, ay kaçıyor peşimizdekilerden, sayma bu senin modern hallerindir, ve elindeki pıçakları göğsümde çiziktirmendir, sayma bunu, gece dönüyor başımızda, ellerimizi acıtmıyor karanlık, kaç rekatlık tutuşmaydı oysa bizi birbirimize kırdıran, gülüşmeler duyuluyor sonra perdeden, çünkü taşlarını kırmışız figüranların senaryodan bihaber, yönetmenin bir martısı doğuyor bu yüzden, ellerimizi hala çıkarmamışız kaburgamızdaki silahlardan, nitekim savaş ediyoruz layığız buna, nitekim ceplerimizden aldırmışız kafkayı bulunduğu duvara sokarcasına, modern, sivil ve bakımsızdır radyoda çalan türkü, ve ibret alınacak bir hikaye patlak verir vermez vali eve vardığında, botlarına kaçan suyu Afrika’ya nasıl armağan edebiliriz nil üzerinden, zira o köhne vilayete ressam seçilmiş olarak ve eve varmış olarak, düşünmek için aldırdığı onca yüzük ve takı takımlarını vücuduna çizdirip, onu bir şehrin kırmızı taifeli bayraklarından uyandıran şaire ve onu çizmelerinden seçebildiği güne, ve tedavülden kalkmış olması istenen bir sürü coğrafi terimlerle birlikte lanet etsindir, hepsi o kadar.,