3 Ocak 2011 Pazartesi

ölümden sağlayacağın kazanç, ama daha adilce öncekilere göre

düşününce sersemleyebilirdik hatta, hatta göz pınarlarımız şişer, bir el ateş edip  dururduk, ve ayılırdık diye çat. bir kartalın kanadından bakınca aşağıya, hem tehlikeli, hem  puslanırdık biraz ,ve putları yıkardık üstümüze başımıza, bulaştırırdık kurbanlarımızın kanını hayata.
hayat ki sağırdır duymaz, kimsenin aşında gözü bile yoktur.
ve kimsenin benden daha esir olacağına itaat etmem, yurttaş deme bana ağır olur kuru fasulyesi, şimdi bir başına geçirebilecekken üstüne bu ölümü, işte sana bu ölümden sıyrılacağın bir küfür icat edilir, yani tek başına küfretme ama yurtta kal biraz, inan seni ben doğursaydım alkışlardım gördüğüme, inan yağmur bu kadar seviştirmezdi ikimizi, izin vermezdi devletin ‘’copu elinde gölgeleri’’ne karanlığı , ve tüm bunlara taş atmak kadar ayıp bir şeyiz biz, kim incinecekse sözlerimi tabuta gömün damdan, perdeleri  yakın çiçeklerime zarar gelmesin için, bu kadar aşk bile çıkmayacaksa filmin tek sahnesinde, bak bu aşk da fotoğrafta olmayacaksa, o halde gidip size bir Gazze sipariş ederim.
Ferah geçecek, güneşli olacak, sular taşacak bu yaz,
balkonlardan, bahçelerden, galerilerden izlenebilecek,
kapıyı açacak ve açarak pencereden dökülen gözlerimin önünde bir ses , ve göğsünde kurşun taşır halde bir karanlığa taşıdı sözlerini biri, karşılıksız bir kış günüydü demek, demek ki yalnızlığımı söndürecekti sigarasının son nefesine dek, ama cevap çıkmadı esirin sahibinden bunca aşka rağmen, bunca ölü bulunmuşken halihazırda bir savaşa, ve biz sevişirsek savaşlar kırılır ve dökülür,ve aşka dair bir işaret sayılırız bu hal içinde, demek ki aslında savaş da aşka dahildir, esirlik de, ve esaret altında görünmek istemiyordu bir defa daha kimseye , sözler onu korkutmuştu bir daha olmayacak gibi, sözler bir alfabenin yitirdiği harflerden, kuyulardan çıkarılmıştı bir de,  

madem son kez yürünecekti hayattan, kremasız geçebilirdi de bu koca sene, sırlar tutulabilirdi eskiden yapılmadığına rağmen. vakit kıştı, kışsa çok sert ve anlamına yetecek kadar kavrıyordu insanı, suskun soluklara ihtiyacı vardı sürmek için, kolonyadan terbiyemizi göstersek su akardı gene bu imparatorluktan ama, bir kenara sinmiş bakışlarımızı çıkarsak duvarlardaki devletlerden ve himaye etseler bizi bir süreliğine masalarında ve yataklarında, acayip saygıdeğer bir okuma ve görme işitirler karşılarında bu kez, bu bize lazım olan sertlikte bir nizamdır oysa, düzenden haberimiz yokidi, baroklardan, manastırlardan haberimiz olmadı, arkamızda yeni bir yılın ilk kedileri, sokaklarsa örüldükleri gibi sökük ve dünyaya dönük, sarışın saçları gerçek olacakmış gücünde bir fon ve gün habire pazartesi, yiyilen birkaç yumruktan sonra, köşeye sıkışmış kül renginde bir adam parayı basıyor, parayı sıkıştırıyor yine ceplerime adilce, hayat nakavt olmuyor her gün nasılsa,

biraz sonra kahve kelimesinin yanlış anlaşıldığı bir vatana mülteci olacağız denmiş olacak ki, masaya oturacağız nihayet ve kağıtları okuyacağız,en fazla bir inkılap daha getirirler bizim ülkeye ve en fazla gazozdur bu içip içip sızmaya, veya bir terör eylemi nsanılır söylediklerimiz, sustuklarımızsa barış addedilir devletten gizli gizli, öncelikle bir yazıya dokunmak ayetiyle biraz ders çıkarmaya başlamaktır tarih, yaklaşmaktan bu kadar tamah edilen başka bir intihar yoktu mektupta idrak edilen, yazılmıştı ve okunması için bekliyordu bizi kral soylular, kral denizlere basarak ayaklarını, bu kadar küheylan adımlarla gittiği her yere aşk düşürüyordu paraşütlerinden, ki ben olsam kaybederdim ahalinin gözlerini fotoğraflardan, zira fareler yemekten kalkınca yemeğe başlarlardı daha, çünkü yıldırımlar tapar yalnız bakan adamların dağlarını düşlerine boşaltmaya, o sıra gün batacak ve başka giysilerden kadınlar serpilecekler mozaik döşemeli dünyalara, fayanstan yapılmış erkeklerin ceplerini karıştırarak biraz, ve ekmeklerini içerek, yavrularına araba toplayarak parklardan hakeza, kutuplardan bir hırka-i Nakşi, güneyden ahtapot derisiyle hazırlanmış bir şiir edinecekler,


sofrada hala bekar, hala yalnız olmanın verdiği gururla, lüks bir tanrıya benzediğini de biliyor üstelik, ve öğretmen bunu anlatırsa çocuklar sınıfta kalır çünkü elektrik idaresi bunu reva görmüyor halkımıza, ısıtmıyor sobalar, güneşi ayarmışlar çünkü orospular ve ev sahipleri, sonra tren bunları götürüyor uzaklara, yaz geliyor, gülüyor fotoğraflarda ilk çıktığı günkü edasıyla, kıyafeti kırmızı ve pek kısa da değil üstelik, tüketilmiş, yitirilmiş, kısa bir yolculuğa tekrar tekrar çıkmayı deniyor yine, yine dönüyor, dönüyor, geriye ulaşamıyor, adımlarını kızgınlaştırıyor, lavlarını söylüyor hepimize, bir çıkış yol buluyoruz bulmacadan, içimden medeni olmak geçiyor bu yüzden, çiçekler alıyoruz birbirimize ama bunu göremiyoruz bi türlü, yaşamak nasip olmuyor bu ise, ve göçüyoruz bir dahaki dağa, kavgalarımıza yetecek edebiyatları okuyoruz ahaliden, üç nüsha ok çektiriyoruz karnımıza, bu bizi aşık ettiriyor anladığını yazabilen kızlara, anladığını tarayabilen, saçlarının arasına tülbentleyen kızlara, ne de olsa memuridik, ne de olsa yalnızlığı severidik,
sen o haldeyken aşık olurum ben bi-mülk, ben o haldeyken duyamam o bakışı
içimden bir Dicle nehri geçsin diye bir arkadaş da
elini batırır denize, bıçaklar durur deşilmiş afrikasını

ve çığlığının etkisi geçtiğinde kurduğumuz düşlerden
yanı başımızda bir devletin attığı kahkahaları
ve gözlerimizi göklerden ayıran sevgililerimize duyduğumuz öfkeleri aynı kanamalı gürültülerle ilan ederim
kıyıya vurduğumuzu  küfre sayarım
ki bu, fotoğraflarında yer bulduğun bir hayatın ilk günü olsun dememiş miydim?