20 Mayıs 2013 Pazartesi

turgut uyar

Sabaha karşı oturup ağladınız
Ama mesela şimdi ben
Ne aradığımı bilmiyorum
Sabaha karşı oturup ağladınız
Çünki sizin aşkınız vardı
Kurumuş çiçekleriniz vardı
... Aşina yıldızınız gökte
Oturup çok çok ağladınız
Ağlayıp iyi ettiniz
Size imreniyorum çünki
Çünki ölümsüz gibiyim yalnızlığımda
Çünki yalnızlığımda öyle güzelim
Üç beş kalem insan gelip geçtiler
Biliyorsunuz bu dünya bana yetmez
Biliyorsunuz bütün kapıları omuzladım
Kimini açtım kimini açamadım
Bütün gemileri dolaştım limanlarda
Hepsi rıhtımlara bağlıydılar
Bütün adalar yitikti
sabah karşı oturup ağladınız
çünki siz bulup da yitirdiniz
ben yitirmem bir bulsam
bütün kayaları üst üste korum
ama biliyorsunuz her şey gelip geçecek
süslü kadınlar gibi oymalı arabalarda
iki vakit arasında sessiz bir çiçek
Bir dökülecek bir açacak
Sonunda cılız köprülerin öte başında
Bir benim bulamadığım kalacak
Sabaha karşı oturup ağladınız
Ama mesela şimdi ben
Ne aradığımı bilmiyorum

 

insanları ne kadar benzetirseniz birbirlerine, farklılıklarını ne kadar azaltırsanız, Hazları da o oranda benzeşmeye başlayacaktır, tüccarların asıl istedikleri şey tam da  bu şekildir. çünki ellerinde belirli mallar vardır, ve birileri bunları beğenmiyor diye almayacaklar olmalarına katlanamazlar, birilerinin zevkleri, hazları, seçimleri, farklı diye, onca zahmete katlanıp ürettikleri malların, veya üreticilerden satmak için onca paraya aldıkları o ürünlerin, satın alınmayacağı fikriyle baş edemezlerdi, bu yüzden bu farklı duygulanmaların veya farklı duygulanmaların sahiplerini bi şekilde yok etmelilerdi,


peki bu benzeşmeyi nasıl becerdiler veya becerecekler? şöyle ki: bundan 100'lerce yıllar önce, bu tüccarlar veya hem üretip hem ticaretini yapanlar, artık zenginlikleri pekişmiş ve ayrıcalıklı bir sınıf haline gelmiş olmaktan dolayı zevkten dört köşe olup bütün zamanlarını içmekle sevişmekle, bütün zamanları eğlenmekle bitirmemişlerdi, çünki bir tüccarın en büyük zevki aslında satmaktır, daha çok satmak. peki ne yapmışlar yüzyıllar önceki o gürültülü yalnızlıklarında, tabii ki, insanları birbirlerine nasıl benzetiriz'in cevabını aramak için, bilginlere alimlere daha da olmadı medyumlara filan danışmışlardı.
ve milliyetçilik icad olunmuştu.

 

ama şunu da söylemek gerek ki, milliyetçilik, 19. yüzyıllara kadar kapitalizme çok büyük destek olmuşsa da, kapital, yani sermaye sahipleri olan tüccarlar, (hem çoğaldılar hem de gözleri daha fırıldak hale dönüştü (dönüşüm)) daha çok istemenin ayıp olmadığı- hatta bırakın eleştirilmeyi- pohpohlandığı bir devirde olduklarından, daha çok istemekte birbirleriyle yarışmaya başladılar, zaten insanlık bu şekilde önce hastalanıp, sonra yoğun bakıma alınıp, ve sonra feci bir şekilde öldü, atkısını hala dolapta saklarım, iyiydi insanlık, neyse.

ve artık bu hazları, seçimleri, zevkleri tekleştirmekte, tekelleştirmekte, milliyetçilik kapitalizme, zarar verdiği için, tarihin çöplüğüne doğru atılacak gibi görünüyor. televizyondaki güzel bir reklam, dünyada şimdiye kadar yapılmış bütün milliyetçilik çeşitlerinin etkisinden daha etkili olduğu görüldü çünki, hele cem yılmaz oynuyorsa, anna kournikova, felan filan