8 Eylül 2011 Perşembe

kürtçe bilmeyenler için son ilahi

bir Pazar günü çıktık yola
en çok öpülecek dudakların zamanlarına denk gelmiş diyelim bu yolculuk
unutarak da edilmiyor ki, yeni baştan doğuyor sanki rüzgar güneş ve görüntü                                      
illaki şarkı dinler oluyoruz ağlamak için,yabani 
ve nerden bulduksa bulduk o izbe, sokaksız köşebaşını          
tuttuk biraz yağmur ısmarladık gibi olduk yani
biz büyüğüz, tekerleklerin altında eziliyoruz
ve nerden bulduksa o izbe, tutulmuş köşebaşını
sevdiğimiz her şeye artık bir müddet duruyoruz

öyle çok durduk ki şimdi, öyle çok durmak hele bu köprüde
yeşil bir ev yaptılar bütün denizleri biz görmedik
günün bitişiyle başlıyor perde kapatmalar, yaman
ya bu kırlangıçlar nereye sokuldular yangındaki halleriyle
sahil de nerden çıktı, duraktayız biz durakta,
seyretmediğimiz güz filmlerini hatırladığımız yerde
yani biz tam ortasında bir baharın falan
uçmaya kıyamayan kuşlar kadar göç edebiliriz elbette sevgiliden
buradayız, yalnız biz değil, lütfen,
yalnızlık  gider ama uzaklara, kalırız yine burada
sonra yine bir bahar, seni düşünmekten sarıya boyanır dağlar
yeşil olabilir bir çok akdeniz aniden

zira çok eskiden diye bahsedilen yerlerdedir adlarımız
gitmeliyiz ile kalmalıyız arasındaki bir şarkının en nakarat yerinde
bekleriz biz ama otobüs kalkar artık seni götürmeye


diyelim ki durmadan Pazar günleri yaşıyorduk
ıssız, susuz ve paramparçalanmış mevsimlerde
bir kırlangıç çok ağlıyordu sessiz, perdeler asılı her zamanki evlerde
gemiler batıyorsa batsın, zaten bizde hep kahır, üstelik filiz beni sevmiyor
sevmek ancak bir gazete kağıdına sarıp eve götürülen ecza
yoksa o adam kırlangıcı ne yapsın yatak odasında
ve kadına diyeceği var ki bunu ,yolda unutulmasın diye sık sık tekrarlamakta
arabanın bagajında, sonra yeri çok sağlam, sonra vatan, sonra harikulade vatan
bari bu gece bizde kalsın bu aşk be adam dedirtme bana demesin mi kadın
hani yıldız kaymıştı ve domates ekecektin bahçeye böylece diye devam etti
ama sahiller kırlangıca dönüşmüştü bir kere
bahçe yok, domates marketten alınmış, çocuklara dayak atacak bissürü polis yetiştirilmiş
bilmez misin? dedi


ama yağmur öyle yağıyordu ki 
nerdeyse aşıktık, nerdeyse Pazar değildi, nerdeyse kadın kırmızı bluzunu giymişti  
biz de çarşıdaydık, üstümüze olan uçakları düşürüyorduk                             
bir şeylerin farkına vardığımıza başlamaya inanıyorduk
ve
ve meğer bir gömleği nerden aldığına bağlı olabiliyormuş mesela
diye fark ediyorduk hemen aşkı
etrafta kırlangıçların dolaşacağı kadar Pazar değildi henüz
belki de yatakları toplamamıştık ondandır,
ama ne yapsak da kurtulamıyorduk çarpışmaktan doğan bir gemiye
buzdağı olmaktan
yine de
vakit gelmemişti o mersedesten inmeye
inme sen, ciddiye alınmayan sevgilerin ev hanımlığına benzer
bu şarkı, bu inmek, bu mersedes
çaresini tükettiğimiz ağrıları çalıyor bak şarkı,
çünkü doğal olan bişey vardıysa şimdi karnı bıçaklıdır, hissedemeyiz
ancak şarkılarda olabilir bundan böyle kırlangıçlar
nerden beri, kimden sonra, hangi sapakta kaldı yağmur
bilir misin?



bana nerden bulacaksın o yağmuru o pazarı o köşe başını sen
hep düşer gibi uçacaksın bir daldan bir dağa
kendinin öyle güzel zamanlarda oynamadığı bir film bulursan göster bana
ben saçakaltı, ben hikaye, ben düne razıyım tekrar yaşlanmaya
dolaşıyorum yerden çok yüksek ipler üstünde
beni tut, beni bir uçak kadar büyükçe tut, büyüklük artık sende kalsın
al o sonsuz büyüklüğü ki yaşat, dağılmadan yaşat beni
ki bulabilesin baharın izini madem ki bahar şu sıralar 
unutabilesin, unutmak el yapımı birşeyken henüz, kafam karışıkken 
görebilesin diye o sahneyi, ödüller aldıracak rahatlıkta yapmışlar zaten bu hikayeyi
sen duyma, sen hep son katlarında intiharın, sen burada uzun uzun bekle
beklemenin yakışmadığı kimse yok ki
biraz daha ekonomi, biraz daha trajedi, sonra kimseyi kıskanmadan sana birkaç dakika
bir bahçe bul erik koparınca daldan, seni çocuk sandıkları, gülerek kovaladıkları
çocuklar da yaşlanır deme, kitapların ayracıdır umut, hangi hazirandan başlamalı ölmeye
ey sen, ey seni boğmamış eski denizler, ey görmediniz mi gemileri geçerlerken
neden yağmurlu bir öğleden sonrası, kaplamamış tüm bedeninizi
elinizdeki kanlı bıçakla sizi gören olursa bunları ona anlatın
içeri alan olursa kapılardan içeriye girmelisiniz
''kimi bekliyorsunuz da bizi beklemiyorsunuz böylece'' diye bağırın bütün içerilere
sokaklara, bulvarlara, tek mevsimli küçük şehirlere

hazırolda durun


yeşil yaprakların, tertemiz güneşler eşliğinde çıktığı bir kasabada 
panzerlerin ezdiği yollar biziz, hep terk ediliyoruz, hep bir kat daha asfalt dökecekler kapkara
yalnızlığımızın hırkası var tepelerin sırtında, biz tepede olmayı hiç hak etmeyecek miyiz
sorusuna gayet şık cevap verirdi oysa general bir Pazar ayininde
general pazar ayininde
ama artık mutluluğu sehpa dağınık görünmesin diye yere seriyorlar
bunun için almayı düşündüğüm atkıyı da yaktım özenle, ses çıkaran ormanı da
bu yüzden serçe parmağımı bir kuşa ödünç vermek gerektiğini bile bile
özenle unuttuğum dağlarımın bile ardına serdim uzunca
uzunca bir süredir görmedim seni, köprüyü yıktılar burunlu bir hikayede
devasa bir fırtınaya rağmen okula parmak kaldırmaya gelen çocuklara bakmak için
avare avare dolaştığım sokaklardan ve lambalardan ayrıldım
ayrılırken gece değildi, ve ben 60 yaşına varmış bisikletlere artık binemeyeceğim