28 Nisan 2013 Pazar

ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI

Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?

Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?

Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?

Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?

Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof-  her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...

Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...

Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.

Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?

Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

Şükrü Erbaş

21 Nisan 2013 Pazar

bir gül karanlık


kendinizi yalnız hissetmeyin ama, yalnız olduğunuzu da aklınızdan çıkarmayın
karanlık; yaşamaya elverişli bir topraktır, akşamları sevin
laleler açmışsa ve görememişseniz, görmemişseniz açan ve dökülen laleleri, saplarını da toplamışlarsa
kendinizden kaçıp kurtulun
bir kaleye kapanıp ardından güneşe çıkın
ola ki güneş çıkmıştır, ve yüzünüze bir tebessüm çizilmiştir
ve siz uslanmayacaksınız da üstelik
yeterli ışık almadığınızdan şikayetçisiniz yine de - siz nelerden şikayet etmezsiniz ki
olsun güneşe çıkıp deyin ki
BİR GÜL KARANLIK ,  beni almış bir özlemek kimlere kimlere
beni götürün vapurlar, balıkçı tekneleri
özlediğim yerlerine
kimlerin kimlerin

ellerinden öperim, ey mutsuzluk

Dün yok mu o dün
Orda bir ceketim vardı çokça umursadığım
Ne zaman fotoğraflarda bir uçak görsem
Düşüyordum
siyah bir leke gibi üstüm başım
konuşsam da zaman, konuşmasam da zaman
akıp usulca bitiyor, akışını tamamlamadan
ve dinliyorum yazılmayan sesleri
yazılmayan uçan etekleri denizlerde felan
sadece ufak tefek takip ediyorum kendimi
bir adı bulunmayan


Bir sessizliğin ellerinden tutup martılar bekliyorum
Halbuki Martılara yer vermem yüzümde
Bir şiirin kanları damlıyor yüzüme benzeyen bir zamana
ve tek bir canım kalıyor pazarlıksız bir aşka.
Kadınlardan yapılmış kalp çarpıntıları
Bir başkasının gömleği içinde
Su kenarlarının bitmişliği içinde
Çırpınıyor konuşmak için
Ama o dün yok mu o dün
Durmadan Geçti gitti sanki
kağıt bir peçeteye yazılmıştı o kadar
alıp yırttığımız o dün


Oralarda bir dün yok mu dün
Sizin oraların akşamlarında
evinizde televizyonlar izlerken geçip giden bir dün
Ahmakça Yaşlanıp bir duvara toslayacağımız
Bir masa ve bir dün
Dedik ya kağıtlara yazılmıştı
İsmini vermeyeceğim Bir kızın
ellerinde unuttuğum


Yazılınca solmaz görünüyor güller ve şiirler
Yazılınca kaybolmayacak sanıyor
çocuklar Annelerinden
ne yazık ki güneşleri topluyorlar artık oramızdan buramızdan
ve Bulutlar yağmur bırakınca yerler ıslanıyor
Ne zaman bir uçak görsem fotoğraflarda ben
Üşüyorum bu yüzden


Ayıp ediyor bize zaman denen uçaklar
Bir şehir adeta düşmüyor yakamızdan
Ve düşüyoruz sözün hatrının peşine
Ardına kadar açık yaralanmaya göğsümüz
Gel dedi birisi, demiştir muhakkak
unutma dedik unutuldu işte
çünkü birden değişiyor zaman,
çünkü ben de buraya sığmam
elimizde kalıyor aşk
Ve Yarım yamalak nefret


Alıp üşüyorum işte bu kışları
Terliyorum bir haziran görsem

14 Nisan 2013 Pazar

cümle içinde kullanmak kendini

çünkü çok acı var bende
düşünüyorum, ve düşündüklerimi de düşünüyorum
kalıyor düşünmediklerim, sonra onların icabına bakıyorum
şizofrenim ve karantinalık
bacaklarım ağrıyor düşünmekten, yüzümü sivilceler kaplıyor
içerimde büyüyen kanserler büyüyor
tarihsel arka planı yok bunun
ama şair bunu hüzünle açıklıyor
elim ayağım tutmuyor, dişlerim zonklayıp
bıçaklıyorum gibi hissediyorum kalplerimi
o halde düşünmek memeli bir hayvan mıdır
diye söylenip, söylenmeyi şeytan alıp götürüyor.

Uyuyorum, uyku hiçliğimin danıskası
Orda patik örülüyor çocuk Yerlerime
Yüz yaşında bir Kaybolup gitmenin Bolşevikleriyim ben
Evet kırmızıyı çok severim
Sevmediğim şeylerin yerine
Ölümün yerine
Ki kendisi yakışıklı bir arabulucudur benimle allahım arsında
Ki bazen ceketimin cebinde saklayıp dolaşıyorum orda burada
Ve sevincimin göl kenarlarını alıp kaçacakmış gibi de geliyor
Yine de yaşlanıyorum cızırtılı bir filme göre
 

12 Nisan 2013 Cuma

Hide the Bitter


Halkalıda   Rüzgar  Sürücü  Kursu         www.ruzgarsurucukursu.com     0212 495 0 555

depeche mode -wrong-


HALKALIDA   RÜZGAR  SÜRÜCÜ  KURSU  0212 495 0 555

bazı saatlerde

bazı zamanlar, birine saati sorsan, çiçek veriyorsundur aslında
bazan birine saati sormanla, çiçek vermiş de oluyorsun.

bazı zamanlar vardır, saati sorarsın birine, ama çiçek vermiş olursun (işte bu)

coldplay clocks

HALKALIDA RÜZGAR SÜRÜCÜ KURSU   www.ruzgarsurucukursu.com  0212 495 0 555

8 Nisan 2013 Pazartesi

aşk mıdır nedir, beni öldürecek

geç kalktık, saat on ikiyi gösteriyordu, mahallenin yarısını görüyorduk pencereden, kızlar gelinlik giymenin geceyarılarında uyuyorken, anlamıştık işte öğlen ol...duğunu, bir gün sanki bu olacakmış gibi hep beklemiştik bu gecikmeyi, tutunmayı beceremiyorduk belki, belki iz bırakamıyorduk bunun için birbirimizde, buna hakkımız var mıydı bilmiyorum ama işte öğlen olmuştu, kalkıp giyinmeye koyulduk, kalkıp kahvaltı yaptık, kalkıp çay içince nasıl da hoştu her şey, sonra sigara içtim ben, o da düzen kurmaya devam edecekti hayatımda böylelikle, bir boş zaman buldu mu hep yaptığı şeydi düzen kurmak, onun için önemliydi, sırf bu yüzden yaratılan insanlar görmüştüm, saat sormazlar, çantalarından her boku çıkarabilirler, ne zaman işeyecekleri bile bir tür mekanik sorundu onlar için, bıraksanız sabaha kadar koşuştururlardı teknik bir ayrıntıyı ayarlıyormuşcasına hayat için, detaylar hep onların kontrolü altında olmalıydı, belki sıkılmaktan usandıkları içindir bileme ama, hiç yorulmamayı nasıl sağladıklarının benim için önemi yoktu,

sonra çıkmamız gerektiğine dair bakışını gördüm, ayakkabılarımı giyip sokakta bulduk birbirimizi, güneş her şeyi halletmişti, sokaklar canlanmıştı, erkekler ve kadınlar, erkekler ve erkekler, kadınlar ve çocuklar, yani işte hemen hemen herkes ya öylesine yürüyordu, ya da bir yerlere yetişmek için yürüyorlardı, kimin ne için yürüdüğünü anlamamız o kadar kolaydı ki, yeteneklerimiz sonsuz gibi gelmişti bir an, sonra ona gizli kapaklı bakınca pek de öyle olmadığını gördüm yüzünde, Allahtan mutlu olmak için birlikte değildik, ben sepetin üzerine atılmış kirli çamaşırlar gibi hissediyordum kendimi, beni yıkamasını bekleyerek bir nevi, onunla ilgili fikirlerimin özünü hep bu temizlik olgusu oluşturuyordu, bir çeşit sadelik, bir çeşit olgunluk, otobüs durup bizi aldı, yan yana oturabildiğimize sevindim, birlikte olduğumuza gururlandık içten içe, kurtaracak hiçbir şeyimiz yoktu, inandığımız şeyler için pek çaba göstermiyorduk herkesle beraber, yani inanmayabilirdik de, hepsi bundan ibaretti, konuştuk,konuştukça hoş oluyordu, gerçek şeylerden konuşunca inanın hoş oluyordu, somut, elle tutulacak konular beni hep memnun etmiştir, başka konular ise acıtıyordu, yıldızları önemsemeyen biri için damda uyumak klima yokluğundandır, sırf bu yüzden düşerse eğer damdan, bunu hoş karşılamayacak kadar aşkı tatmamıştır lakin, verhasıl otobüs bizi olmamız gerektiği yere, bizden kaynaklanan gecikmeyi de ona sayarsak, yarım saat kadar geç ulaştırdı, sonra biraz yürüyüp bir masaya kurulduk, sandalyesini çekmem hoşuna gitti, bizi beklememişlerdi, buna üzülmedik, üzülmeyi hatırlamayacak kadar gecikmiştik, belki de sırf bu yüzden geç uyanmıştık, telefonlarımız da belki bunun için kapalıydı hala, insanın hep yanında olan birini gerçekten fark etmesi için, onu çok sevdiğini, onunla her sabah uyandığında karşılaşmak istediğini, eve her gelişinde kapıyı onun açması dileğini, göstermelik de olsa günaydınlarını hep duymaya can attığını fark etmesi için, bazen o hariç bütün yaşadıklarını ve diğer bütün dünyaları değiştirmek gerekiyormuş, ya da bazen hepsinden yoksun olmak gerekiyormuş, aşağı yukarı herkes için gerekli olmalıydı bu tür bir kafeste durma hali, ,

acımasızlıklara karşı öylesine dik durabiliyordu ki, sarhoş gezer zannederdiniz onu,en büyük zalimlere bile nefesi ulaşır zannederdiniz, nerde bi haksızlık varsa bulup çıkarıyordu, gidermeye koyuluyordu, töleransı yoktu bu konuda kimselere,gücü yetmediğinden hep yanına bir silah almazdı ama beni almayı ihmal etmezdi, çoğu kez başkalarını da almaya yeltenirdi, ama sahiden evet demediğimi de bilirdi, kurallara uyan biri olduğumdan istemeden de olsa katılırdım savaşlarına, gücünü nasıl kullanacağını kestiremiyordu, bu yüzden kaç sefer işinden oluyordu nerdeyse, herkesten çok çalışmasaydı, şimdiye kadar çoktan işsiz kalmıştı ama, son anda vazgeçmesini bilirdi bu diklenmelerinden, saatlerce deniz kenarında yürüdük ve oturup bir şeyler söylendik, bir şeyler içtik, eve dönmek istemiyorduk, akşam rüzgarlarını dinledik, sarhoş olmaya karar verdik, birkaç bira içince başağrısı tuttu, eve dönelim dedi, döndük, yolda hiç konuşmadan pencereden dışarıyı izledi, son zamanlarda çokça dinlediği şarkıyı dinledi, birazını bana da dinletip, kulaklığı aldı benden, nedense aynı anda sevdiğimiz hiçbir şey yok gibiydi, benim sevdiğime o geç kalıyordu, onun sevdiğini ben çoktan terk etmiş oluyordum, eve vardık, kapıyı açıp ayakkabılarımızı çıkardık, duş aldı, yatağa attı kendini, sonra birden geceyarısı uyanıverdi, beni çağırdı, uyuduk, güneş eve dolana kadar uyuduk, kahvaltı hazırlayıp evde oturduk, hiç konuşmadan saatlerce oturduk aynı koltukta, kokusunu alıyordum, konuşmadığımıza tek sevinen ben değildim, eline kitabını aldı, sessizce okuyup gülümsemeye başladı, heyecanla bişeyler söylemeye başladı, kitaptan bazı kısımları heyecanla okudu bana, heyecanlandım, bu dünyada değilmişiz hissi uyandı bende tekrar, şimdiye dek görmezden gelmeyi başaramadığımız her şey silinmişti sanki kayıtlardan, unutmak öylesine büyük bir erdem olabiliyordu ki bazen insanoğlu için, büyüyüp devleşiyorduk odamızda, sahip çıkılmamış ilişkimize analık babalık yapmaya başlamıştık, kıyılarından, sahillerinden, sokaklarından, parklarından, kaçmıştık hep bu şehrin, artık dayanılmaz bir hal almıştı diğer ilişkiler,

kimse için ölemeyeceğimden korkuyordum, o ise her an ölmek için bahaneler arar gibiydi, onun için ne değer atfettiğimi öğrenmek istemiyordum, bu bana sorumluluklar yüklerdi yoksa, özgür olurdum, oysa ben rehin olmaya alıştırılmışım, rüzgara rehindim, sabahlara ve akşamlara, dualara rehindim, koltuklara ve güzelliklere,korkmaya rehindim, rahatıma ve hazır ol’lara, ekşi bir elmayı çok seviyordum, konuşmayı beceremiyordum, esaretim beni tamamlayan ruhumdu aslında, ruhumu da bana servis edilmiş bir yemek gibi tüketiyordum, kaçak olmak sanıyordum hayatı, beni kimselerden ayırmayan kaçışlarımın yollarında kimselere eşit olmadan yürümek sanıyordum hayatı, işte ya ona nasıl da kaçmıştım, ve onda kalmıştım, ondan kaçmayı ise, o benden kaçıncaya kadar ertelemiştim, yalnızlığımın kokusunu hatırlamama engel olmuştu rüzgarlar, odayı pırıl pırıl etmişti rüzgarlar, o bunu biliyor muydu bilmiyorum lakin, bundan böyle de kalkıp gideceğimi düşünmeyecek kadar esir olmuştum hayata, ağacın neresinden tutunursam tutunayım, aynı çiziklerle boğuşuyordum, her seferinde yaralarımı görmezden gelip, ağrılarım dininceye kadar susuyordu, bu susuşlarında müthiş bir sabır ve yenilmezlik seziyordum, ona benzememeye yeminli biri olarak, onu da kendime benzetemeyeceğimden emin olarak, merdivende hep aynı basamakta yürüyorduk,

biliyorsunuz bu dünya bana yetmez / t.uyar


HALKALIDA RÜZGAR SÜRÜCÜ KURSU   0212  495  05  55
Halkalıda Rüzgar Sürücü Kursu                         0212  495  05  55

www.ruzgarsurucukursu.com

insan nasıl kurtulur kendini anlatmaktan / turgut uyar


HALKALIDA RÜZGAR SÜRÜCÜ KURSU     0212 495 05 55
Halkalıda Rüzgar Sürücü Kursu                          0212 495 05 55
halkalıda rüzgar sürücü kursu                              0212 495 05 55

www.ruzgarsurucukursu.com

1 Nisan 2013 Pazartesi

Tanrım ne ağırdır sözcükler asıl demek istediğim bu

Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin
Zaman kadındır ister ki
Hep okşansın diz çökülsün hep
Çözülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
Bir taranmış bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu mavi çanaklarda kan gibi durdurulmuş zamanın işkencesi
Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Ve bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler asıl demek istediğim bu
Hazzın ötesinde sevgim hiç bir zaman erişemeyeceği yerde bugün sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum solup alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
Sana büyük bir sır söyleyeceğim. Her söz
Dudağımda bir dilenen zavallı
Acınacak bir şey ellerin için kararan bir şey bakışının altında
İşte bunun için diyorum ikide birde seni seviyorum sözünü
Boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakça kalp kristalini
Kaba konuşmamdan gücenme benim. Bu konuşma
Ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Bilmem ben
Sana benzeyen zamandan söz açmayı
Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
Tıpkı uzun bir süre garda
El sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim

aragon