28 Mayıs 2013 Salı

richard brautigan


bazen hayat sadece bir kahve meselesi; ya da bir bardak
kahvenin ne kadar yakınlık getirebileceğinden ibaret. bir
keresinde kahveyle ilgili bir şey okumuştum. kahvenin sağlık için
iyi bir şey olduğundan bahsediyordu; içorganları düzenliyormuş.

önce bunun hiç de hoş olmayan, garip bir yaklaşım
olduğunu düşündüm; ama zamanla kendi içinde bir şeyler
ifade ettiğini anladım. ne demek istediğimi şimdi
açıklayacağım.

dün sabah bir kızı görmeye gittim. ondan çok hoşlanıyorum.
aramızda olan herşey geçmişte kaldı. artık beni
hiç umursamıyor. onu terk ettim, keşke etmeseymişim.

kapısını çaldım ve aşağıda beklemeye başladım. üst katta
dolaştığını duyabiliyordum. hareketlerinden yatağından
kalktığını çıkardım. uyandırmıştım onu.

merdivenlerden aşağıya indi. yaklaştığını karnımda
hissedebiliyordum. attığı her adım duygularımı
karmakarışık ediyordu ve kaçınılmaz olarak ona
kapıyı açtırdı. beni gördü ve buna sevinmedi.

bir zamanlar bu onu çok sevindirirdi, geçen hafta. bazen
tüm onlar nereye gitti diye safça soruyorum kendime,

"kendimi iyi hissetmiyorum şu an," dedi. "konuşmak istemiyorum. "

"bi' bardak kahve koyar mısın?" diye sordum, çünkü bu
o anda dünyada en son isteyeceğim şeydi. öyle bir söyledim ki
sanki ona acaip kahve içmek isteyen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen
başka birinden bir telgraf okuyormuşum gibi çıktı sesim.

"peki," dedi.

merdivenlerden yukarıya onu takip ettim. çok saçmaydı.
üstüne bir elbise geçirivermişti. elbise daha tam olarak vücuduna
intibak sağlayamamıştı. size sonra bir ara onun kıçından bahsederim.
neyse, mutfağa girdik.

raftan bir tane neskafe kavanozu çıkarıp masanın
üstüne koydu. bir bardak ve çaykaşığı çıkardı. ben de
bardağa ve çaykaşığına baktım. ağzına kadar suyla dolu
çaydanlığı ocağa koyup altını yaktı.

tüm bu sürede tek bir laf etmemişti. bu sürede elbiseleri vücuduna
intibak sağladı. ben artık sağlayamayacağım. çıktı
mutfaktan.

sonra merdivenlerden aşağıya inip hiç mektup falan
gelmiş mi diye baktı. ben gelirken görmedim diye hatırlıyorum.
tekrar yukarı çıkıp başka bir odaya girdi. üstüne
kapıyı kapadı. ocağın üstündeki suyla dolu
çaydanlığa baktım.

suyun kaynamasına daha yaklaşık bir
sene vardı. aylardan ekim'di ve çaydanlıkta çok fazla
su vardı. işte o yüzden. suyun yarısını
lavaboya boşalttım.

şimdi daha çabuk kaynardı. yaklaşık altı
ayda falan. ev sessizdi.

dışarıya verandaya baktım. bir sürü çöp torbası
vardı. çöplerdeki konserve kutularına, soyulmuş
kabuklara falan bakıp son zamanlarda neler
yediğini çıkarmaya çalıştım. hiç bir şey anlaşılmıyordu.

mart ayı geldi. su kaynamaya başladı. bu
çok hoşuma gitti.

masaya baktım. neskafe kavanozu, boş
bardak ve çay kaşığı önümde bir cenaze servisi
gibi duruyorlardı. kahve yapmak için gereken
malzeme bunlardır.

on dakika sonra evden çıkarken, içimde bir
mezar gibi güvende bir bardak kahve,
"kahve için sağol." dedim.

"bişey değil," dedi sesi kapalı kapının
arkasından. onun sesi de bir telgraf gibi
çıkmıştı. gitme zamanım gerçekten gelmişti.

günün geri kalanını kahve yapmayarak geçirdim. büyük
keyifti. sonra akşam oldu, bir restoranda yemek yiyip
bir bara gittim. biriki içki yuvarlayıp biriki insanla
konuştum.

bar adamlarıydık hepimiz ve bar şeyleri konuştuk.
hatırlanmayacak şeyler, bar kapanana kadar. saat
sabahın ikisiydi. dışarı çıkmam gerekiyordu. san fransisko
sisli ve soğuktu. sisi düşündüm; kendimi çok
insani ve çaresiz hissettim.

başka bir kıza daha uğramaya karar verdim. nerdeyse
bir senedir hiç görüşmemiştik. bir ara çok yakındık.
şu anda ne düşündüğünü merak ettim.

evine gittim. kapı zili yoktu. bu ufak da
olsa bir başarı sayılırdı. bütün ufak başarılarının
kaydını tutmalı insan. ben nasılsa yapıyorum.

kapıyı açtı. önünde uzun bir elbise tutuyordu.
beni gördüğüne inanamadı. "ne istiyorsun?"
dedi, beni gördüğüne artık inanmış bir şekilde.
direk içeri daldım.

dönüp kapıyı kapatınca vücudunu profilden
gördüm. elbiseyi tamamen üstüne geçirmeye
uğraşmamıştı.
sadece önünde tutuyordu.

başından ayaklarına kadar uzanan kırılmamış
bir beden çizgisini görebiliyordum. biraz
garipti. belki çok geç bi' saat olduğundan.

"ne istiyorsun?" dedi.

"bi' bardak kahve," dedim. ne komik
birşey, gerçekten istediğim yine kahve
değildi.

bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü.
beni görmek hoşuna gitmemişti. ssk istediği kadar
zaman herşeyi iyileştirir desin. bedeninin kırılmamış
çizgisine baktım.

"neden benimle bi' bardak kahve içmek istemiyo'sun?" dedim.
"içimden seninle konuşmak geldi. ne zamandır hiç
konuşmadık."

bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü. bedeninin
kırılmamış çizgisine baktım. bu iyiye işaret
değildi.

"çok geç oldu," dedi. "yarın erken kalkmam gerekiyo'.
kahve istiyorsan, mutfakta neskafe var.
benim yatmam gerekiyo'."

mutfak ışığı açıktı. koridordan mutfağa
baktım. içimden hiç gidip kendi başıma
bir bardak daha kahve içmek gelmedi. başka
birinin evine daha gidip de bir bardak kahve
istiyorum demek de gelmiyordu içimden.

bütün günümü çok garip ziyaretlere adadığımı
farkettim, bu şekilde planlamamıştım halbuki.
ama en azından neskafe kavanozu masanın üstünde
boş beyaz bir fincanla kaşığın yanında değildi.

bahar gelince bir erkeğin bütün hayallerinin aşk
üzerine kurulduğunu söylerler. eğer yeterli zamanı
kalırsa, içlerine bir bardak kahve de koyabilir.

Saçmasapan Bir Şiir

”Kedi Pepik”.
Evet, Kendisi bir çeşit bilgelik taşır
”Çuv Köpek” ise öldü.
Ömrümün yorgun kısımlarıdır
Aklımla ben birbirimizi oynatıyoruz

Tarlam yağmura esintiye deliliğe açıktır
Kaç gündür boş duran bir tabanca gibiyimİnsan şapkasız da delirebilir kumral ve sarışınsa

Aklımdan geçenler bugünlük bunlar
ve tabii birtakım hovardalıklar

Vergi ödemeden yaşıyor olmalıyım

Yüzüm de bir kedidir boş zamanlarımda
Kalbimde kuş kadar bir köpek havlar
Kafkas Haritasından Çerkes köylere indik biz

Atlarını vurdu ve gömdü, kente yerleşti
Gümüş eğerlerini karartıp sakladı
Ne diye homurdanır sanki Dedem
İğdiş geyik gibidir Çerkes tabanca olmayınca
Çaresi arada kovboy sinemaları
Kamu düzeni ile aramda fark var

Şakayla öfkeyle geçti şu son beş on yılın delilikleri
Bir köpektir Çerkes aklı, ağzından bulutlar akar
Ben maymundan falan türemek istemedim
Kediden, köpekten ve attan gelirim
Evde herkesten daha iyi yazarım

Arada bir pencereden bakarım ve daha eğlencelisi
Yokuştan ilk çıkanı öldürmektir işim

Tuhaf bir adamım arada tabancam tutukluk yapar

Aklımdan geçenler bugünlük bunlar
Ben asılırken bile gülen adamım
Sevr ve Lozan bana vız gelir

Çerkesler bile eskir zamanla Fakat
Şimdi anladım ki bende Ölüm kokan bir dalgınlık yaşar

Kaç kere söyledim evdekilere
”N’olur bir kedi alalım, n’olur bir köpek alalım
”İnsan boş bir tabancadır ama bakarsın bir gün patlar!

Komşulardan çekinmesen hüngür müngür ağlarsın
O zaman da hergele gazeteler yazar

Aklımdan geçenler bugünlük bunlar
Oğlum Ergin sen galiba üzüntülü adamsın
Tanrı bile baksana senle oyalanıyor

Çerkesce konuşmayı bilmezsin, Lazca bilmezsin
Unuttun bıçak atmayı ve saplamayı
Adam olsan bir köpek ve bir tay edinirdin
Ellerini yalar keçilerin sabah esintisinde

Bana kalırsa kendinden boşan
Bir celsede boşanırsın

Yeter artık bu kadar yabancılaşman!


-ergin günce-

26 Mayıs 2013 Pazar

jürgen kloppi


Düşün ve düşünmek, ne ala
Nereye geçeceksen artık bu karanlıkta
Kimi göreceksen işte
Süpermarketlerde dolanıp
Yeni çıkan yoğurtların yanında
Unutuyorsun ya az sonra
Nereye yazarsan yaz silindiğini
Bir şeylerin, güzelliğine baktırmayan
Bir şeylerin, senden saklanan.
Kıştan sonra yaza gireceğini
Bir elmanın tadının
Yendikten sonra biteceğini
Öğrenerek büyüdün sen.
Oysa sen
Bir ad bırakmanın peşindeydin
Oysa bu fırıldak dünyanın çocukluğunu da bilirsin
Oysa sigara almaya çıkmıştın sanki dünyaya
Ve Ceplerinde bir kalabalık
Sokaklarda kalabalık, anılarda öyle
Otobüsler tıklım tıklım yetişmek adına
Çorban fasulyen, tanıdık ekmekler yaşamak adına
Oturmalarla düşünmelerle
Hayaller ve ipliklerle
Pantolonlar memelerle
Sürüp geçiyor ya dünya
Hem sürsün hem de bitsin diye
Çektiğin bir tesbih olsa
Dayanmaz iki güne, çekilmez birisin
Bir ileri bir geri çekerek
Bir yalnızlık bir gürültü çekerek tespihten
Kanatırsın gül gibi ipliğini
Kopar tespihin kıyameti, tespihin kıyameti kopar iki kere
Bir ileri bir geri
Akşamın esmerliği ve serinliğin eski yeşil gözleri
Muradın inceliği, zararın neresinden dönüleceği
Hepsi çekilir senin yalnızlığına
Sobanın külü kalır ortalıklarda
Sevincin ve sigaraların külleri kalır
Ateşin rengi biter ortalıklarda
Ve Sonra ortalık da biter
Birileri ortalığı süpürmeye gelecektir oysa
Bunun gibi bir yanlışlık affedilmez belki
Nasıl garip karşılanacağının huzursuzluğunu
Ararsın gogolün paltosunda, kitapçılarda.

Bıçak gibi kesmeden seni düşünmek
Düşünmelisin, düşünmekten kurtulmak için düşünmelisin
ebrunun çıkagelmesi için, oturması sevişmesi için
ve ansızın gidivermesi için.
Ah düşünmek, Ah yine o çatışmalar, yeni kavgalar
yetmiyor hayat bile, seni avutmaya,
Ah düşünmek, Ah yine çatışmalar, yeni kavgalar
Kendi kendinin içindeki,
yine kendine dolanmalar topaçlar gibi.
Sonra vazgeçmek kendinden
Gidip yeni meyveler yapmışlar mı manavlar
Gidip bir film galatanın orda
gidip raflarda dolanmaktan başka
mutlu etmez kimse bizi.

Onun içindir ki
Çikolataları sevmeye çalışmağa
Perdeleri açık olanların zenginler olduğunu anlamaya
Evlere yeni eşyalar almaya
Bayılırsın.
Şiir yazmakla büyütürsün kendini küçük bir çocuk gibi
Şımartılmaya ihtiyacı olan
Ve dayak atılmadan mutlu olamayan.
Ebleh seni. Günahkar mızmız.

24 Mayıs 2013 Cuma

şaşırdınız mı yo
bir içki içmeye geldik
cinlerimiz tepemizde
gömleği sonuna kadar kapattık
söylemesi ayıp
hep gelip geçtiğimiz bir yer
ararken sizinle birlikte
şaşırdığımızı iddia ettiniz.

şaşırdık mı yo
henüz değil
sigaralar bittiğinde
ayışığı yetmediğinde
bir kulp buluruz yine de
sürmeyişine caddenin
ararken sizinle birlikte
ceplerinizde sakladığınız
ellerinizi.
görmedik, görmesekte olur
gerçek yüzünüzü
bekleyişlerde.
öfkemize dar gelen
kutuplara gidip gelen
aşkların açılmayan kapılarında
beklettiniz hem de.

23 Mayıs 2013 Perşembe

vladamir mayakovskiy

Böyleydi Eskiden
insanoğlu doğduğunda getirir seviyi
ama iş güç
para pul
ve buna benzer bir sürü şey
kurutur gönlünüzün verimli toprağını
yüreğin üstünde beden giysisi vardır
bedenin üstünde de gömlek
ama iş bu kadarla kalmaz
adamın biri
bir salak
bu gömleğe kol kapağı takmış
göğüs kısmını da kolalamıştır
insanoğlu yaşlandıkça görüş değiştirir
kadın süslenir
müller eğitimine başlar erkek
ama çok geç
deri kırışıklıklarla dolmuştur
sevi çiçeği açar
açar
ve solar
ben de bol bol getirdim sevda verisini
ama insanlar
daha küçücük yaştan başlayarak
çalışmaya göre koşullanır
bense
rion kıyısında koşar
sürterdim
hiçbir şeye aldırmadan
kızardı anacığım:
"ah korkunç haylaz, ah!" diyerek
kırbaç gibi şaklatırdı kemerini babam
bense
cebimde üç düzmece ruble
üçkağıt oynamaya giderdim erlerle
ne sırtımda bir gömlek
ne ayağımda bir pabuç
kutaissi fırınında kavurur
ya da güneşe verirdim sırtımı
ve işkembemi
içim bulanana dek
kendinden geçerdi güneş:
"üst üste konmuş üç elma gibi mübarek!"
bu oğlanda var besbelli
altı okka bir yürek
ve hınzır, anasını belliyor bu yüreğin
baksana a canım
nasıl oluyor da sığdırıyor
beni
ırmakları
ve uzayıp giden kayalıkları
o kuş kadar yüreğe?"
şarkısı çalarken yeşil dolaplara bakışımın
sokağa çıkışların pencereleri açılmışken
duyguların aferin bekleyen hortlamalarına
 yarım hatırlayan biri olarak
beklerim salınsın zaman,
hatırda kalmanın yöntemleri konusunda iyi
ve çok iyi
ihtisas yapmış kadınlara yapılmış bir şarkı
ne zaman çalsa
kapıyı aklımda tutan zaman
bir tarafından yırtılan bir tarafından
durup birşeyler mırıldanarak durmaya devam eden
bir ısrar
söz konusu  ‘’alıp başını gitmeyi’’ yeniden konuşmaya başlar
bir matematik dersi esnasında bile olsa.
olsa olsa
bir küpe düşerse yere kulaklarından yaratılmışlığın
eğilmişliğin kralı önünde dizlerim bağlanırsa
gurur denen ahlaksız ve korkusuz mahkum
öcünü almak için
tamamlanmayacak bir inşaatın
henüz bitmemiş damlarından atlayıp
yakama yapışırsa
işte o zaman işte o zaman
bir ceketin beni giydiğini hissettiğim zaman
rüzgar kokan balkonlar kadar kısacık bir anda
kısa kollu ve acelesi olan birisiyle tanışırım içimde
randevusuna yetişen ve iyi atışlar yapan


bir söz beni konuşmaya başlar
laf açılmışken
yalnızlıktan
bir  ‘’alıp başını gitmek’’ 
korna seslerine hep komşuluk yapan
birden nerede durabilir
bi söylesenize
kim makilerine kavuşmuştur ki
şimdiye dek.
bu dünya alıştırmıştır bizi kaba şeylere
bu yürek bitişik kılmıştır kendini acıların tazesine

20 Mayıs 2013 Pazartesi

turgut uyar

Sabaha karşı oturup ağladınız
Ama mesela şimdi ben
Ne aradığımı bilmiyorum
Sabaha karşı oturup ağladınız
Çünki sizin aşkınız vardı
Kurumuş çiçekleriniz vardı
... Aşina yıldızınız gökte
Oturup çok çok ağladınız
Ağlayıp iyi ettiniz
Size imreniyorum çünki
Çünki ölümsüz gibiyim yalnızlığımda
Çünki yalnızlığımda öyle güzelim
Üç beş kalem insan gelip geçtiler
Biliyorsunuz bu dünya bana yetmez
Biliyorsunuz bütün kapıları omuzladım
Kimini açtım kimini açamadım
Bütün gemileri dolaştım limanlarda
Hepsi rıhtımlara bağlıydılar
Bütün adalar yitikti
sabah karşı oturup ağladınız
çünki siz bulup da yitirdiniz
ben yitirmem bir bulsam
bütün kayaları üst üste korum
ama biliyorsunuz her şey gelip geçecek
süslü kadınlar gibi oymalı arabalarda
iki vakit arasında sessiz bir çiçek
Bir dökülecek bir açacak
Sonunda cılız köprülerin öte başında
Bir benim bulamadığım kalacak
Sabaha karşı oturup ağladınız
Ama mesela şimdi ben
Ne aradığımı bilmiyorum

 

insanları ne kadar benzetirseniz birbirlerine, farklılıklarını ne kadar azaltırsanız, Hazları da o oranda benzeşmeye başlayacaktır, tüccarların asıl istedikleri şey tam da  bu şekildir. çünki ellerinde belirli mallar vardır, ve birileri bunları beğenmiyor diye almayacaklar olmalarına katlanamazlar, birilerinin zevkleri, hazları, seçimleri, farklı diye, onca zahmete katlanıp ürettikleri malların, veya üreticilerden satmak için onca paraya aldıkları o ürünlerin, satın alınmayacağı fikriyle baş edemezlerdi, bu yüzden bu farklı duygulanmaların veya farklı duygulanmaların sahiplerini bi şekilde yok etmelilerdi,


peki bu benzeşmeyi nasıl becerdiler veya becerecekler? şöyle ki: bundan 100'lerce yıllar önce, bu tüccarlar veya hem üretip hem ticaretini yapanlar, artık zenginlikleri pekişmiş ve ayrıcalıklı bir sınıf haline gelmiş olmaktan dolayı zevkten dört köşe olup bütün zamanlarını içmekle sevişmekle, bütün zamanları eğlenmekle bitirmemişlerdi, çünki bir tüccarın en büyük zevki aslında satmaktır, daha çok satmak. peki ne yapmışlar yüzyıllar önceki o gürültülü yalnızlıklarında, tabii ki, insanları birbirlerine nasıl benzetiriz'in cevabını aramak için, bilginlere alimlere daha da olmadı medyumlara filan danışmışlardı.
ve milliyetçilik icad olunmuştu.

 

ama şunu da söylemek gerek ki, milliyetçilik, 19. yüzyıllara kadar kapitalizme çok büyük destek olmuşsa da, kapital, yani sermaye sahipleri olan tüccarlar, (hem çoğaldılar hem de gözleri daha fırıldak hale dönüştü (dönüşüm)) daha çok istemenin ayıp olmadığı- hatta bırakın eleştirilmeyi- pohpohlandığı bir devirde olduklarından, daha çok istemekte birbirleriyle yarışmaya başladılar, zaten insanlık bu şekilde önce hastalanıp, sonra yoğun bakıma alınıp, ve sonra feci bir şekilde öldü, atkısını hala dolapta saklarım, iyiydi insanlık, neyse.

ve artık bu hazları, seçimleri, zevkleri tekleştirmekte, tekelleştirmekte, milliyetçilik kapitalizme, zarar verdiği için, tarihin çöplüğüne doğru atılacak gibi görünüyor. televizyondaki güzel bir reklam, dünyada şimdiye kadar yapılmış bütün milliyetçilik çeşitlerinin etkisinden daha etkili olduğu görüldü çünki, hele cem yılmaz oynuyorsa, anna kournikova, felan filan

12 Mayıs 2013 Pazar

Pazar Pazar / Aslı Serin

artık zamanı gelmiştir
yani sanırım
1 Kitaplık düzenlenecek
2 Yatağın yeri değiştirilecek
3 Halıya basılacak
çünkü Pazar günleri patronlar mahsusçuktan ölür
sosyalleşmek sıkıntı verir insana

günaydın demeyecek olmanın
eşofman paçalarına vurmuş rahatlığı
tekel bayilerinin iyi ki açıklığının huzuru
elektrik kesilse de telefon çalışır –bunu geç öğrendim
bunu geç öğrendim demeyi ve
pazarlıksız olduğunu Pazar’ların çok sonra
anlamanın mesela çok sonra
anlamış olmak dışında bi halta yaramadığını
zamanı geldiğinde bunu anlatırımher böyleliğin bir öyleliği varsa
uyumanın ödülü yalnızca rüya
yatağa kendini bastırmak
kendini kendine bastırmak
kendi kendini astırmak durduk yere kendine
boşluğa kondurulmuş ev içlerinde
arka bahçesi içinde olan ev içinde
elma dersem çık bir ev içinde
duvarları ayna olan ev içinde
zamanı gelip gelmiştir artık ev içlerinde
her şeyi hiç olarak tasarlamak

ben bir Pazar daha gördüydüm korkunçtu
içimde yedi başlı ejderha büyüyordu korkunçtu
önce sola baktım korkunçtu
sonra sağa sonra tekrar sola
baktım ki halıya basıyorum
baktım ki muntazam bi’yalnızlıkla
baktım ki her şey ertelenebilir
yatak burada kitaplar dağınık saçlar
saçma bir duyarlık büyür büyüdükçe
terliklere bakıp ağlayabilir insan büyüdükçe
keşke Pazar’ın göbek adı ve
her şey bir kadının ofsaydı anlamaması kadar doğaldır
hiçbir şeyin yeryerinden olduğu eviçlerinde

uykunu tam almışsan bir de üstüne rüya
bunun bir bedeli varsa
her Pazar kendini hamile bırakabilir insan
her Pazar doğurabilir
hiçbir korunma yöntemi %100 değildir

yüz yüze geldiğimde yüzümle
ki böyle durumlarda ne denir bilmiyorum
ki çoğunda bu denir biliyorum
okulu asmış çocuk edasıyla
bir daha yapmıcam yemin ederim
ben böyle olsun istemedim

şimdi pakette son üç sigara
hatırlıyorum da yine böyle bir Pazar’da
divan altlarından çekmece arkalarından kitap aralarından
bitirmiştim kötü günleri

neyse ki tekel bayileri hep açık   

Seyyidhan Kömürcü

Yine Hasar

ahh ki çadırımızı onlar çaldı
bezimizi onlar gerdi
zift oldular şimdi asfaltla boyayacaklar bizi

bu ara insanın insana su topladığı yerden bahsediliyor
yakında toz ve duayla canı silinecek yerlerden
orda kasrı evlere kuyusu kendine yakın çocuklar üzülecek
orda ağızları kusur, gözleri rica çocuklar
yakında yeri yerinden oynatacak
tavana kadar canı sıkılacak onların
bu ara durmadan kanım kaynıyor karla karışık yağmura
bekliyorum biri gelsin ve bunu açıklasın bana:
çocuk mu ayin mi bu kendini dişleyen gövde
huysuz çaput, buruk tef, telaşsız dengbej
burda boyuna çukur ve incinmiş evlerden bahsediliyor
el yordamıyla anlatılıyor evin avluya canı sıkılmış hali
öyleydi, ondan uzun ediyorum bu erken ve unutkan sözleri:
burdaydım! burası çatık zamanda ısrar
burası çukur, hem taş hem telaş
kime nemlensen kendi kendine zaten ıslak
babadan kalma oyuk babadan kalma surat
aslında burası özenle hasar:
hayat ince, devlet dalgın, sabır sıkılgan
ortasından yırtılan, yırtıldığı yerden usulca dikilen dikkat:
yarısı dua üç kardeş dört kuyuyduk biz o avluda
parçalı bulut annem, bir oyuk biçimiydi babam
kendiliğinden ikiz yağış, biri diğerine kesin hasar
iki karış avluda dört kekeme kuyuyla başladı ayin
biri diğerine surat, her dalı tembih kalan üç kardeş
onun fistanlarından yapıldı bunca çaput
kulpsuz fincanda mırra, durmadan ona içildi acı
ona adandı o karla karışık yağmur o su şehri
bir rüya: çıkıp onu dileyen bendim düştüğüm ceviz ağacından
bendim dumana dayanıp tiner ve terebentine sataşan
rahatına düşkün binalarda ahh onlar:
orda evler avlusuna kadar üzgün
evler cinnet, bir şey olacakmış kadar sara
ahh onlar: biz cezbe oldukça bize soğan koklatıp
tabandan terasa kadar evlerin evlere canını sıktılar
göçtük ve gördük dört çiviyle yürüdü o güzel atlar
konuşan biz, dinleyen ve kişneyen onlar
insan insana olabilirdi evler evlere taş atmazsa
epeydir insanın insana su olduğu yerden de bahsediliyor
orda herkes herkese yüz
herkes kalan bulutundan düşen bin parça
orda her evin canı var, sıkılıp çocuk yetiştiriyor avluda
asıl onun su topladığı yerde başlamalıydı ah!
ahh, çukuru geç, kuyusu zamanla bulaşmalıydı çocuğa

üvey aklımın dumana derin sataştığı doğrudur
doğrudur adımın devletle, yüzümün ricayla anıldığı
sonra ahd olsun özenle annesi yok evlere
orda herkes herkese ayin
orda çocuk dediğin pür, çocukluk dediğin surat,
dediğin tenha, dediğin cezbe olmalı biraz
ahd olsun ki oraya
orda çocukluğu ısrarla tütenin avlu
orda, kalanın kendine kuyunun kuyuya taş attığını gördüm
engebeli evlerden ılık aklıma değnek
şimdi bana durmadan dumana alışık tef, çaput ve yağış gerek
işbu artan nevalem, onların çınlayan tembihleri:
uygun yaşam uygun adım uygun aşk
gidiyorum, mazgaldan mıknatıs ve özenle bırakıp herşeyi
gidiyorum, sular ve seller götürsün sizi

(Hasar Ayini’nden)

telleri koparken yaşlı bir sesin

Zorlanarak geçiyorum sefaköyün çatlak yerlerinden
Yemeğin  acı olması da fark etmiyor artık
kahvenin kötüsünü bilmem zaten
Düşmanlar ayaklanıyorlar aklımın köşelerinde
Bir bardak su içip uyuyacam her seferinde
Sanki uyuyacam ve sanki iyi bir virtüöz
Damarlarımda durmadan geziniyor benim
ve bir sesi kovalıyor görünmek için
Yaşamaya ve su içmeye aldanmak adına
Birisi çıkıp gelmeli
birisi aynalardan saklanarak
bir adımda gelmiş gibi karanlık
pek kalmayacak gibi kararlı
güzel sayılmaya yetecek kadar
sarışın ve hüzünlü
olmaya gelmiş birisi.
Ertelediğim felaketi kirletmiş
rahatlatmış birisi
Kumlardan bir Akdenize bırakacak olan beni.
oysa sefaköyde yürümeğe alışmışız biz
bi kere bu caddelerde ne var böyle ışıklı ve merhabalar kokan
Dersler, havalar ve güneşleri eksik
Güneşler ve hep unuttuğumuz hüzünlü ağaçları
yine de mutluyuz sanki görmekten herşeyleri.
emirgandan, çaylardan , denizin yakınında gezen
şairlerden
ve esmerlerden, kırmızıdan utanan sevgilerden
kaçıyorum
bir caddenin kirletilmiş yanaklarına
o yanaklar görseniz ne güzel
Oralardaki kalın pardösülü ortaçağ insanları
Uzaklara fırlayacak benim gibi
Büyüyecek bize kalan harfler ve resimler
Şehir merkezlerinin kuşları gibi
Sönük sönük hatırlanacaklar ve
Bir yaz günü gelmiştiler sanki
Uzak soğuk rüzgarlardan dolayı
Aslında biraz yükseklerden dolayı
Hep mühim olanı kaçıran akıllara
azıcık akıl versin diye
ulan bu ne biçim sevmek ki desinler diye

Güzel görünmekten ve mutlu olmaktan dolayı
Bir bulut beyaz gömleğini giymiş
kötü kötü dolaşırken aramızda
Göğün en temiz ve alımlı semtlerinde
ve mavilerine aldandığımız gözlerinde
Birden sitem eder gibi
Selamını almıyorum senin ey sabah güneşi