21 Mart 2011 Pazartesi

Bilemem ben, su soğuk, kapı kilitli, sifon bozuk, orda radyoda çalan şarkıyı dinliyor herkes, hala her şarkıyı radyodan dinliyormuşuz sanki, ve bilemem ben bu sahil nereye vardırır bizi. Sahil uzak, nereye varsam içkiler hazır, perdeler yarım gri, gözlerden ırak bir kentte, durduğun yere varmamışım hala. Kısılmış seslerden yapılma, madeni bir sabah, kahvaltı zamanı ve dövüş zamanı, ve anlatması zor bir ölüm besliyor hepimizi, zor bir yaşam ilk kezliğine yaşanıyormuşçasına, çok acele edilmiş bir günü daha gebertecekmişizcesine.
Gündüzleri seçilen temiz bir bluzun üstüne çekmiş suretini, sivilceler ilk kezliğine bir insanı olgun gösteriyor gibi, üstelik cekette giymiş, martılar ağlıyor, şiir bilmiyor o da. Bir Cerrahpaşa taksisi götürüyor bizi kalabalık zamanlara. Ne yarını belli, ne dünü kalmış birbirimizin, bir çileğin hoş kokusuna rağmen moralmen çökmüşüz, komşular desen matematik öğretecek çoluk çocuğa, imreniyorum imreniyorlar, imreniyor herkes bir diğerine.
 Kenetlendiğimiz yerden kapatılıyoruz soğuğa, tutuluyoruz karanlıkta, tutuklanıyoruz, hırpalıyorlar bizi, ve kapalı, ve sessiz, ve çevik bir üşengeçlikle, doyuyoruz aniden yağmurlara, rüzgarda giderken yeşil bir köpek misali, doksan sekizden beridir yaşlanan kırmızı bir kadının gördüğünü görüyor, doksan sekiz yerinden bıçaklanan bir sevgilinin düşmesiyle düşüyoruz, topraktan alıp saksıya koyduğu toprağı, evlerine kadar saklıyor köpek, saklıyoruz, sanki çok derin kazmışlar gibi, sanki gitse yağmura tutulacakmış gibi ıslanıyor, o ıslandıkça biz uslanıyoruz, ne de olsa diken battığında canımız acır.
camda biriken damlalar o kadar rötuşlu ki, nerdeyse yarın olacakmış sanki, yine de korkuyor, lokantadan dönüyor kocası, kitapların dediğini hiç yaşamamış herkes gibi, dönüyor ve yeniliyor ardı ardına, dönüyor ve ceketi eksik, nişan alamamış kimseye, şöyle sıkı bir yumruk patlatamadan her hangi bir hasmına, dönmüş eve, dönmüş bir ciğara yakmış, ve kalıp bir cumhuriyeti dövebilirdi de pekala, ama kalmadı ve batmadı güneş, meydanlara çıkıp çıktığından pişman olabilirdi ama güneş battı, bulutların geçişine köpekleri bağırtırdı, ve yavaşça eğildi sonra, sigarasının bittiğine yanıyordu, gömleğinin üst düğmelerini açtı, pencere kenarındaki koltuğa yaslandı, güvendeydi sonunda, ya da  güvende olduğuna inanmak istiyordu, düşündü bu evren yaratıldığından beri kaç kere öldüm ben diye, kaç yaşındaydım, ne iş yapardım şimdiye dek, ne yapılması gerektiğini düşündü, sonra bi daha düşünmedi, sanki bir görevi olsaymış iyiydi, onun için koltuğuna yaslandı, üzülmeye çalıştı ama olmadı, ağlamaya çalıştı ama bunun için çok yetersizdi, birkaç satır yaş çıktı gözlerinden, değişmeye söz verdi yine ama yetmedi, bu sözler değişmek için fazla kafiyeliydi, sonra suyunu değiştirdi çayın, köpeğini ve karısını bağırttı, pencereyi kapattı, yani hiçbir şey olmasa bile şükür ki bunlar oluyordu, sonra lal olmuştu, oysa konuşsa dereler akacaktı, toprağı sürecekti köylüler, içimizdeki don kişot eline alacaktı sazı, o söyleyecek biz rakıları dolduracaktık, en başa dönüp bir daha hüzünlenecektik, ama olmadı, vakit geç olmuş, bir kere yatakları toplamamışız daha, daha elini sıkarken sevdiklerimizin, hiç sevmeyecek gibi sıkmışız, daha alışmışız süslü püslü sözler etmeye, ve sartre’lara çok güveniyoruz bu konuda, bu yüzden yavuz Bingöl dinlemezsek özgür oluruz, içine kapanık şeyler oluruz, söndürmeden sigaralarımızı.
sonra bu adamlar ve kadınlar, her yağmurda dışarıdalar, Turgut uyar dışarıda, o yetim çocuk hep dışarıda, biraz tasalı ve endişeli olsa da dışarıda, gökler ve yağmur dindikten sonra ıslananlar oldum olası dışarıda. ve bırakın da biraz yüzünü dönsün bize tanrı, olmadı aç ve yorgun bir melek duysun sesimizi, güneş felan çıksın, biri çıksın şu ata binip, bir şiir okusun ahmed ariften, zaten atın sırtındayken bir tek ahmed arif okunur, ve  biraz yetimlik bulaştırsın bize gökler, yürüdüğümüze değsin bu yalnızlık, hiç yağmamış bir yağmur diyelim, diyelim ve sobelenelim, diyelim de bir sonbahar olsun artık bu gök yüzlerimiz, bir teyze olsun bize bulutlar, bir derdimiz olsun bu yağmur bol alkollü, ve gitsin bir köşeye sıkıntı çeksin sevdiğimiz, merdivenlerden çıkarken kimseye görünmeyecek kadar çilek koksun her yer, ama mavi olsun.
ve sen bu adamlar ve kadınlar bu şiiri bitirene kadar, biraz öl, biraz kal, biraz yağ ve durul, ve biraz git, git biraz su getir, git sonra yüzümü dağıt, yüzümü çiz, yüzümü perçinle, sabahlara kadar iç, öfkelen, sızlan, birkaç hap at ve as boynunu iplere, ama bize hiçbir şey anlatma, böyle sessiz ve bedavadan bir gol yesin fener, sen sadece bak, sadece karıştır beni bir başkasıyla, sıkıl benden, ayıp et bana, döv, yık, indir benim pencerelerimi, ve ordan çık git artık, sakallarım uzasın benim, çanlar benim için çalsın, postacı mektupları bıraksın kapıya, ay böyle iyi ama şu çöpleri kim çıkaracak…
ölür edasıyla yaşlanan bize, kimseler acımasın, acıtmayın lan bizi