28 Mayıs 2012 Pazartesi

yoruldum yakalanmazı kovalamaktan

bütün kapılar kapalı inik bütün perdeler
nerdeler nerdeler nerdeler
gidilmeyen gelinmeyen bir yerdeler
dilsizler fısıldıyor sağırlara uzaktan çok uzaktan
bakışın gözleri yok koşunun ayakları
yoruldum yakalanmazı kovalamaktan
bir cıgara içeyim

nazım

12 Mayıs 2012 Cumartesi

kolera günlerinde aşk

"O zaman, kendisinin olmayan, yalnızca kendi yerinde oturmayı sürdüren birinin bedeni içinde olmanın büyüleyici duygusuyla ayağa kalktı, mantığını yitirmemek için büyük bir çaba harcamak zorunda kaldı."



"Arabanın aynasında bir an kendine baktı, imgesinin bile Fermina Daza'yı düşündüğünü gördü."


" Posta kayığı, pazaryerinin bin bir çeşit kokularının deniz dibinin pis kokusuyla karışarak tek bir iğrenç kokuya dönüştüğü rıhtımda demirlemiş yelkenliler arasından kendine yol açarken güneş ortalığı ısıtmaya başlıyordu."


"En arkada da, adı bile görevlerinin belirsizliği hakkında bir fikir veren, genel işler bölümü vardı; burada şirketin öteki bölümlerinde çözülememiş sorunlar ölmeye bırakılıyorlardı."

11 Mayıs 2012 Cuma

Parmağıyla ilkokul çantama tık tık diye vurur
Cevizdendir, inegöl işidir kıymetini iyi bil derdi babam
Küçük bir askerdim ben de
Siyah önlüğümün içinde bembeyaz bir yürek
Dökülürdüm yollara hava soğuktu okulum uzak
Bir avucumda közde pişmiş sıcacık bir patates
Hem beslenmeliyim hem üşümesin diye elim
Değiştirirdim ara sıra çantamla patatesi
Dikkat ederek çantama
Cevizdendir, inegöl işidir kıymetini iyi bil derdi babam
Babamın bilmediği bir şey vardı
Her sabah çantamın içine bir gün doğar
Ortasından ekvator geçer
ve masmavi gökyüzünde çantamın
Güneyden kuzeye göçmen kuşlar uçardı
Gülün bakalım bıyık altından şimdi siz
Söylesem inanmayacaksınız
Siz uyurken çantamın içinde Atatürk Samsun'a çıkardı
ve bilirdi yedi kere sekizin kırk iki olduğunu
Bilmeseydi eğer bandırma vapuru sinop burnu'na çarpardı
Ben bir türlü bilemedim aram hiç iyi olmadı hesap kitapla
Nohut ve fasulyeden bir abaküsüm vardı
Hesabını hâlâ verebilmiş değilim hayata
İyi şiir okurdum ama iyi resim yapardım
Eyvah dediler bu çocuk adam olmaz
Yazık oldu çantaya
Cevizdendi inegöl işiydi...
Ahmet ULUÇAY

insancıl mizah=gabriel garcia marquez

kolera günlerinden bir aşk sonesi:
BURASI BİR TAÇLI TANRIÇAYA UYGUN BİR YER DEĞİL

kolera günlerinde aşk

o zaman Euclides soyunup dünyanın öteki gökyüzünü, mercanlarla kaplı deniz dibini görmek için bile olsa kendisiyle birlikte dalmasını söyledi ona (florentino ariza'ya). Ama Florentino Ariza Tanrı'nın denizi sadece pencereden bakmak için yarattığını söylerdi hep; bu yüzden yüzme öğrenmemişti.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

ben, benjy, benjamin

ama o ağır ağır böğürüyordu, haincesine, gözyaşları akıtmadan; dünyadaki bütün sesi çıkmayan sefaletin önemli umutsuz sesi.

CENNETİ TIKLIM TIKLIM DOLDURACAK DEĞİLİM YA!

ses ve öfke, william faulkner, sayfa 256, papaz incilden bişeyler okuyor, ve diyor ki,
CENNETİ TIKLIM TIKLIM DOLDURACAK DEĞİLİM YA!



ama daha öncesinde öyle daha kuvvetli şeyler söylüyor ki, buyrun işte:
"Uzun sürdüğü zaman, soğuklar...  Ey, kardeşler, size söylüyorum, Uzun sürdüğü zaman, soğuklar... Işığı görürüm ve kelamı görürüm, zavallı günahkar!  Onlar mısır'da yok oldular savaş arabalarında sallana sallana; nesiller yok oldu. Zengin adammış; şimdi ne olmuş, ey kardeşler?  Fakirmiş, şimdi ne oldu, ey kardeşler?  Size söylüyorum, uzun süren, soğuk yıllar geçip giderken o eski kurtuluş sütünü ve çiğini alamazsanız vay halinize!"

"Evet, İsa!"

"Size söylüyorum, erkek kardeşlerim, size söylüyorum kız kardeşlerim. O gün gelecek. zavallı günahkar, efendimizin koynunda yatayım, yükümü atayım diyecek. O zaman ne diyecek İsa, Ey erkek kardeşlerim? Ey kız kardeşlerim? İsa'nın anısını ve kanını andın mı? Cenneti tıklım tıklım dolduracak değilim ya!

ses ve öfke'den

rüzgarlı gün kilisenin üstünden geçerken soluk pencereler birbirini kovalayan hayaletlerle parlıyor ve sönüyordu.
.......................
.......................
Dilsey dimdik oturmuştu, eli Ben'in dizinde. sarkık yanaklarından iki damla gözyaşı milyonlarca fedakarlık ve feragat ve zaman pırıltıları arasından fırlayıp çıkmıştı.
"kardeşler," dedi kilisenin papazı sert bir fısıltı halinde, kıpırdamadan
"Evet, İsa!" dedi kadın sesi, yine ksık kısık.

william faulkner

Sonra bir ses,"ey aziz kardeşim," dedi.
vaiz kıpırdamadı. kolu yine kürsünün üstünde duruyordu ve sesi duvarların sesli yankıları arasında kaybolurken de yüzünü hiç değiştirmedi, bu sesin tonu eskisinden günle gece kadar ayrıydı, kederli, alto bir borunun sesine benzeyen bir tatlılığı vardı, gönüllerine çöküp kalıyor ve uzaklaşıp kaybolan ve toplanan yankılarla geri gelip kesilince orada konuşuyordu yine.
"Ey aziz kardeşlerim," dedi yine. vaiz kolunu kürsüden çekti ve ilri geri dolaşmaya başladı kürsünün önünde, ellerini arkasında birbirine geçirmişti, kuru bir insan şekli, amansız toprakla uzun zaman savaşanlarınki gibi kamburlaşmış. "isa'mızın anısı ve kanı adına!"  Bükülmüş kağıtlar ve noel çanı altında, kambur kambur, ellerini arkasında kavuşturmuş, durmadan ileri geri gidip geliyordu.ardı ardına gelen kendi ses dalgalarıyla boğulan aşınmış küçük bir taş parçasına benziyordu. ses sanki kendisini besleyen vücudunu emiyordu bir dişi ifrit gibi, dişlerini geçirmiş ona. ve cemaat sesin vaizi yok edişini kendi gözleriyle gördü, sonunda vaiz kalmadı ve kendileri de de kalmadı ve artık ses bile yoktu, yalnızca sözcük ihtiyacının ötesinde müzik ölçüleriyle kalpleri birbirleriyle konuşuyordu, kürsüye dayanıp maymun yüzünün yukarı kalkışı ve duruşun bütünüyle aydınlık, işkence çeken bir çarmıh oluşu, kılıksızlığını ve önemsizliğini yüceltti ve zamanın dışına çıkarttı, cemaatten uzun iniltili bir soluk çıktı, ve tek soprano kadın sesi: "Evet İsa."

SES VE ÖFKE

bir cadde köşe yaparak döndü, indi ve toprak bir yol oldu. toprak her iki yandan da dik olarak iniyordu; geniş bir düzlük orada burada küçük kulübeler, rüzgarların aşındırdığı damlar yolla aynı düzlemde. kırık şeyler, tuğlalar, tahta parçaları, çanak çömlek, ve bir zamanlar bir kullanma değeri taşımış nesnelerle kurulmuştu bu kulübeler otsuz küçük arsalarda. yetişen tek şey kenarda biten otlar, ve ağaçlardan: böğürtlen, akasya, incir...   Evlerin çevresindeki pis kokulara katılan ağaçlar, tomurcukları bile eylül'den kalma kederli ve dayanıklı görünen ağaçlar; sanki ilkbahar bile onları unutarak geçip gitmiş, içinde büyüdükleri ağır ve belli zenci kokuları ile beslensin diye bırakmış. Onlar geçerlerken kapılarda konuşuyorlardı zenciler, çoğunlukla Dilsey'e sesleniyorlardı.   ...........................
.......................
.......................erkekler ağırbaşlı elbiselerini giymişler, koyu kahverengi ya da siyah, altın saat zincirleri ve bir kaçında da baston; gençlerde ucuz mçiğ mavi renkte ya da ekoseli ve afili şapkalar; kadınlarda biraz sert hışır hışır eden jüponlar ve çocuklarda beyazların eskicilere sattıkları elbiseler. Benjy'ye bakıyorlar, karanlıkta gören hayvanların gizliliği var hepsinde.        ...............................
..........................
...........................
...........................
ve yaşlılar Dilsey'le konuşuyorlar, çok yaşlı olmayanlara Frony'nin cevap vermesine izin veriyor Dilsey.
..........................
.........................
yol yeniden yükselmeye başladı, üstüne resim yapılmış bir fonun önündeki sahneye doğru. meşe ağaçlarıyla çevrili kırmızı bir tuğladan bir kesilişle bitiverdi yol, kesilen bir şerit gibi. yanındaki eski bir kilise, çılgın çan kulesini resimlerdeki kiliseler gibi yükseltiyordu havaya, ve bütün sahne, uzaydan gelen rüzgarlı güneş ışığının ve nisan ve çamlarla dolu sabah havasının karşısında yatan düz toprakların son ucuna serilmiş renkli bir karton kadar düz ve derinliksizdi.

6 Mayıs 2012 Pazar

ses ve öfke

"yağmur durmuştu. şimdi güneydoğudan gelen hava mavi parçalara bölünmüştü. şehirdeki ağaçların ve damların ve kulelerin arkasında bir tepenin üstünde soluk bir kumaş parçası gibi yayılan güneş, parça parça bölünmüştü. bu havanın üstüne bir çan sesi geldi, ve sonra işaret verilmiş gibi, öteki çanlar bu sesi aldı ve tekrarladı."
william faulkner

"bazen çok korkuyorum
ama bu aslanlarımı açıklamama engel olmuyor"
ah muhsin

ses ve öfke william faulkner

yorgan gibi dikilmiş siyah satenden bir sabahlık vardı üstünde, çenesinin altında kavuşturmuş tutuyordu. öteki elinde lastikten kırmızı bir sıcak su torbası tutuyor ve arka merdivenin sahanlığında duruyor, çıt çıkmayan merdiven boşluğuna, sürekli ve değişmeyen aralıklarla "Dilsey" diye sesleniyordu, merdiven boşluğu da tam bir karanlığa iniyor, ve sonra gri bir pencere ışığının vurduğu yerde yeniden aydınlanıyordu. "Dilsey," diye seslendi, ( ) değiştirmeden ya da kuvvetlendirmeden ya da acele etmeden, sanki hiç cevap beklemiyormuş gibi."Dilsey."

:(sesini)

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Peki o halde. Kaça çeyrek var. william faulkner, ses ve öfke

VE SONRA AVLUYA DÖNER DÖNMEZ ÇANLAR YİNE BAŞLIYOR VE BEN YÜRÜDÜĞÜM SIRADA VURUŞLARI BİR HAVUZDAKİ DALGACIKLAR GİBİ YAKLAŞIYOR, BENİ GEÇİYOR VE UZAKLAŞIP GİDİYOR VE ÇEYREK VAR DİYOR KAÇA? Peki o halde. Kaça çeyrek var.

AYŞEMAYŞE

Tüyü bitmemiş yetimliğimde miydin neydin, oysa babam yine sağ
Ama adın Ayşe´ydi, ya da ayşemayşeydi ki
Seni sırtımda bir küfe ana-kız gibi sevdim
Değdim de denebilir - bakışıyorduk ya -
Kış aksırığı hohlanmış ellerine
Sonra senler bir başıboşluğa tüydü gitti
Çalpara eteklerin çapraz ellerimde
Sen de öyle mi yap dedim kendi kendime
Coş savrul koşukoşuver esri
- Ne haddime? -
Ne haddime mi
Oh, her çimdik morartısına indiğimde
Bir dişi çukur - çıkmak belki de -
Basamaklar noksandı hep
Tabanlarımla merdiven içiçe
Yepyeni bir göz takınıyordum tez
Senin senden önceni görmeyesiye
Adın Ayşe miydi, ayşemayşe miydi ne
Kıraça daldım çok, kireç kerpiçe som buğday ekercesine
Yufkayı un-ufak edercesine, ne ki en acıkımlık
Gölgesinde bir leş yatırın çınarına ilk balta bu sevi
İçi vıyıl vıyıl kurt, o da bir çeşni
Ama kıç cebinde hep o yassı şişe
İlle seni övdüm seni bildim seni sevdim yaşadım
Yani bir gidişat ki pırnakıl bencesine
Herkese duyur emi
Ötesi tüm ayşemayşe
Ha, bir de dulun penceresine tırmanmıştım yaz serinliğinde
İbrişim dokurcasına keten kenevir yerine
Ah ödünç Ayşe, ah yaşamın eğirdiği kıvrak yün
Kâh kendini didiklercesine edindiğim büklüm filoş
Dur, tâ gitme
Bülûğ gövdede bir yanı gevşek örgüm
Varını nakışlarcasına mıydı beni sevmen
Alı al molu mor kilimler saçağında
Bir azman çiçek gibi bükülmezliğimde, hoş
Dipdiri sırmayı tiftikleyip de püskül kılmacasına
Sımsıcak, yorgan-döşek, bitirim
Maraş´ları Muş´ları hep geze geze
İstanbul´dan hiç mi hiç çıkmadım
Nice senler saysam yol boyunca sevdiğim
Tepeden tırnağa ayşemayşe
Sana bağdaş kuruşlarım mı? tuzuyaş´ın biriydim
Hep o ben yaşımda
İster şuydun de, ister buydun; doğrusu Metin
Eh, bana bir türkü şimdi, ilki Karacaoğlan´dan
Hasan yanım hâlâ çocuk tâ Alamanya´larda
Özetliyeyim mi?
Bu bir sevi tınazı
Ve de ben kırık-dökük bir yaba.
Metin ELOĞLU

XAVİER CUGAT

Amma da yaptın şıllık kız,
Dağlıysak, insan değil miyiz yani?
Koyunları sattık, vurduk üçbini;
Öküzleri sattık, vurduk beşbini;
Bu parayı mezara mı götüreceğiz?
Hele gel, seni vizon pöstekilere saram;
Koluma takıp Kervansaray´a gidem;
Sana Chat-Noir´lar alam mı;
Kokluyanın burnu düşsün.
Joze İturbi´den, Xavier Cugat´tan
Sana pilâk alam mı?
O çalsın, sen tepinedur...
Seni eşek sütünden banyolara yatırıp,
Camel´ini binliklerle yakam mı?
Naylon´una ne verem?
Metin ELOĞLU

Ben seni sevdim diye / bingöl vilayetinde kamyondan inince / tığ gibi bir delikanlıya soruyorum / -SİZ NERENİN BULUTLARISINIZ ÖYLE / -BİZ SİZİN SEVDANIZIN BULUTLARIYIZ


YÜREĞİME SAĞLIK NE İYİ ETTİM

Bu yürek
Seni seveceğini biliyordu herhalde
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
Bire bin veren buğday
Elmadaki mayhoşluk
Hukuki beşer
Çınçınlı hamam
Çizmedeki kedi
Sanki elleriyle koymuşlar gibi
İkimizden bir işmar


Seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya
Gözlerim yarım
Ellerim çolak hüseyin eli
Seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki
Bugün günlerden ne ?
Cumartesi
Seni sevdiğim için , Cumartesi elbet
Seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız
Ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor , seni sevdiğim için
Seni sevdiğimden , suyun akası geliyor
Bacaların tütesi
Nurhayat’ın halleri , seni sevdiğim için güzel
İbrahim’in dilleri
İnsan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi
Savaşın adı geçse , cinifrit olur
Ereğli’nin kömürünü düşünür , ne kömür o be
Raman’ı düşünür , Çukurova’yı düşünür
Seni sevdiği için , Haliç’te bir uğultu
Marmara’da bir deniz
Isparta bahçesinde güller
Seni sevdiği için goncalanıyor
Seni sevdiğim için , kilim dokuyor Avşar’da
Yarın sabahlar , seni sevdiğim için icat edildi
Penisilin , halk şiiri , canlı sinema
Mapushaneler , yedi düvel , harbi ispanyol nezlesi
Sultan Hamid , don civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi
Başaklanmayan yulafa söylemeli
Cılk yumurtaya
Paslı demire
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın
Hoşnut değilllerse bu gidaşattan
Akıl etsinler seni sevdiğimi ,
Yeşille turuncunun kafa barıştırması , bu sevdadan ötürü
Tepemizdeki o göçmez tavan
Sulardaki yakamoz , ortancadaki pembe
Ben seni sevdim diye
Bingöl vilayetinde , kamyondan inince
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum
Siz nerenin bulutlarısınız böyle ?
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara’nın
1953 kışları içinde
Karnı tok , sırtı pekse hısım akrabanın
Konu-komşu , dirlik düzenlik içindeyse
Birbirimizi daha çok sevelim diye
İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor
Şair oluyor mesela
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri
Caysın be güzel
Caysın be iyi
Tütünü bırakıyor , tütün neyime zarar
Keseme zarar , ciğerime zara , sevdama zarar
Seni sevince adamın papuçları eskimiyor
Beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi
Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen
Saçları zencefilli
Erkencecik evine dönmek istiyor canı
Hep seni düşün
Hep seni yaşat
Hep seni yıka
Seni doyur üç öğün
Seni bir kanım uyut , sonra uyandır
Lokman hekim , seni sev diyor bana
Seni sevmeseydim , ilkbaharı kodunsa bul gayrı
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde
Umut diye bir şey yoktu ki , seni sevmeseydim
Hak , hukuk , bereket diye
Eşitlik , kardeşlik , hürriyet diye
Yüreğime sağlık ne iyi ettim..!
Metin ELOĞLU

4 Mayıs 2012 Cuma

Rasih Güran

d. 1915 (?) . Muvakkar Güranın eşi, Nazım Hikmet'in ve ressam Nazmi Ziya'nın yeğeni. Ağırlıklı olarak çevirmenlik yaptı. TKP'ye üyeydi. 1970 yılı civarında intihar etti.

QUENTİNE:
YAPTIĞI ŞEYin ne ÇOK KÖTÜ BİRŞEY OLDUĞUnUn idrakinde, net olarak  ve daha bir çok şey olarak BİLİYOR VE BUNA EN UYGUN DÜŞECEK ACIYI, ARTIK NERDEN BULDUYSA YAHUT NASIL BAŞARDIYSA, ALIP ÇEKİYOR. BİZ ANCA SAYGI DUYARIZ kardeşim, BAŞKA şeye LÜZUM YOK.

Yalnız bakar mısın kadınlar hakkında ne demiş:
- babamla ben koruyoruz kadınları birbirlerinden ve kendilerinden bizim kadınlar bunlar.  kadınlar bak neye benzerler bizim insanlar üzerine edindiğimiz bilgileri edinmezler onlar edimli bir kuşku bolluğu ile doğmuşlardır bu da sık sık ürününü ve çoklukla doğru olarak verir kötülükten yana bir eğilimleri vardır kötülükte bulunmayanı bulup çıkarmaktan yana içgüdüsel olarak hafif uykuda yorganı üstüne sardığın gibi amacına amaç olsun olmasın hizmet edinceye kadar zihnimizi döllerler
- babamla ben koruyoruz kadınları birbirlerinden ve kendilerinden(,) bizim kadınlar bunlar.  kadınlar bak neye benzerler(:) bizim insanlar üzerine edindiğimiz bilgileri edinmezler(,) onlar(,) edimli bir kuşku bolluğu ile doğmuşlardır(,) bu da sık sık ürününü ve çoklukla doğru olarak verir(,)(bu da sık sık ve çoklukla ürününü doğru olarak vermelerine yarar) kötülükten yana bir eğilimleri vardır (''ve'') kötülükte bulunmayanı bulup çıkarmaktan yana(,) içgüdüsel olarak hafif uykuda yorganı üstüne sardığın gibi amacına amaç olsun olmasın hizmet edinceye kadar zihnimizi döllerler.

 (virgül icat edilmemiş ona göre)


dekanla konuşuyor quentine ve dekan şöyle diyor:
- sen yalnızca şurada köşede otur, iki gün önceden başlayarak bekle bir yıl ve gör.
(iki gün önceden başlayarak bekle bir yıl ve gör, iki gün önceden başlanır mı bişeye, geçmiş bitmemiş midir daha, şair misin oğlum sen?)

bu kitap hade neyse de, virginia woolf'un dalgalar kitabı vardı, aynı, kayınvalidemde de vardı, hah aynı işte, bilinç akışı, bilinç akışınızı sizin....


......iki balıkçı bir alabalığı yakalamaktan sonra o alabalık için bir misina veren birinden ve misinanın işe yaramayacağından böylece paraya çevrilmesinden bahsediyorlar.......ve quentin araya girer:

-sonra yirmi beş dolarla ne yapabileceklerini konuşmaya başladılar. hep birden konuşuyorlardı, sesleri direnmeli, çelişkili ve sabırsız gerçeksizliği bir olurluluk yapıyor, sonra bir olanak şekline sokuyor sonra yadsınamaz bir gerçek yapıyor, her zaman böyle olur zaten insanların istekleri sözcükler haline gelince.