30 Mayıs 2011 Pazartesi

Bir işe girdim, insanlarla beraber. Ne görüyorsam; yalnız ve kederli saçlarımla görüyorum, bizi bir takım yerlere alıyorlar, alıyorlar ve içeri her girdiğimde aynadan günleri gösteriyorlar, makaslardan bir şeyler kesiyor birileri, kuşların sesi geliyor tok karınlarıyla, bir masa var ortamızda, yalnızlık masada da var, yükseltiyorlar güneşi batmış izlenimi vererek,

Herkesin haklı olduğu konular farklı, insan othello’suna nasıl da benziyor, ya da bir pergeli olsa adamın, ona da benzeyecek ya, neyse ben bir işe girdim,  ---ve bitti, bunu demeseydim ölecektim(ki aslı yoktur bunun)---, merdivenli, bazen herkesin kendini beni dinliyor olarak bulduğu, kağıtlara durmadan bir takım mesajlar yazdığım, parfümlü görünmenin ıssızlığında, kimsesizliğinde duran bir iş, öyle durmadan çoğalan, çoğaltılan, paralatılan, öyle hiç durmadan sonsuza dek içini sahici bir şekilde boşalttığımız bir iş, bir İstanbul gibi, bir gemi gibi. Seyircilerimiz var onlardan uysal televizyon seyircileri yapıyoruz, kan dökmesinler diye çok uğraşmaktan gayrı, pergel tutmasını bilmelerini istiyoruz, onlardan net olarak konuşmamalarını, konuşamamalarını bekliyoruz, gazinoya gidince – ki burası Türkiye, gider mi gider- konsometrise bu şarkı ikimize gelsin diyebilene kadar içki sofralarında, okuma yazmasını emredip dövebilmemiz gerekebiliyor, gömütlerini istiyoruz, yeteneklerini istiyoruz, zamanlarını istiyoruz, her zamanlarını, ve bunları yangında yakmak hoşumuza gitmiyor, patron öyle istese bile.

Hatalarımdan ders çıkarıyorum, çünkü ben bir işe girdim, ve anlamadığım hiçbir şeyi anlatmayacağım bi terslik çıkmasın için, eski argümanlar yağmurlu günlerde teselli etmiyor, bu evde yaşlanması, bu işin sürmeyeceğine güzel tanıklık eder, ismimi tanık listesine aldırmazsam eğer,


Bu işten sandığım sürede çıkamayacağım, bu işte sandığım kadar kalamam, öyle işte zaten ben pek kalamadığım da bile sarhoşluğumun yeri başkadır. Umursamadığım aslanlar korkutmuyor beni, ağzını açıyor bana bağıracağı varsa. Ve ben bilmem köşe başlarını, bana ne olduysa şu masanın yanında sizi seyrederken oldu, ben bilmem elebaşlarını, başıma ne geldiyse sizin yüzünüzden geldi, çünkü ben bu işe girdim, ben bu işe girdiğimde siz tahterevallide sallanmıştınız, ağzıma alamayacağım bir şekilde tahterevallide sallanmıştınız, bizim yerimize ve kimsenin gönlünü almadan, bir gram acıma hissetmeden arlarınızda, başkalarının kaldığı yerden, tahterevallide sallanmıştınız. Aşk olsun biz bunu hak edecek kadar iyi miyiz? Aşk olsun biz buraya nasıl da hüzünsüz çıkagelebilmişiz? İzimizi kaybettirdiğimiz yerden başlıyordu soluk almak, ve izini sürdüğümüz yere kadar hazırol’daydık, biz mütemadiyen her koşulda, öyle hep buna benzeyen bir hal ve vaziyette, zaten demir gibi hazırol’daydık, ve çok fazla teyzemin olmasında evrim rol oynamamıştır.

Seni sevdiğim yerlere kadar bisikletle götürüyorum, yani tanınmamak için cinayetler işleyen birine çiğ tavuk bile yedirsen, evrakları polise çoktan ulaştırılmıştır, (-habire -pasif vois-), kendisi o mendebur ve edilgen suratıyla, ancak bu kadarını başarabilirdir. Ben geldim ve geldiğim gibi işe girdim, bir işe girmek için iyi film çekmiş olman gerekmediği için, bir iş gire girmez filmleri takip etmedim, film izlemeye başlamaya gerek görmedim, açtım birkaç kitap okudum mekanikle ilgili, sonra biraz daha okumamın gerekliliğini keşfettim, ilk birkaç ay çok çalıştım, ilk birkaç ay çok okudum, ilk birkaç ay çok iyiydi. Gemiyi batırmamakla ilgiliydi tüm endişem, postu deldirmemek veya siz nasıl diyorsanız, her neyse işte, kaptanlık pazu bandı bana yapıştırılmıştı, buna alışmak bir balina tarafından yeneceğine inanmak için dualar etmek gibiydi, hazırlıksız ve temkinli, sofradaki en tuzlu küçük balıkmışsıncasına, göze batıyordum, çabuk çabuk tüketilsin istiyordum bu tür zamanlar. Alev alıyordum azar azar, işte çabuk tüketilsin istediğim yüzünden,

Bütün nesillere yetecek bir titanik, soruyu sormadan batıyor daha, eğik el yazılarıyla batıyor, şarkılarıyla ve ebeveynlerine çektirdikleriyle batıyor, bütün nesillerin Plevne’sinde,  üstelik meteliksiz ve kurşun yemişti az evvel…