8 Temmuz 2012 Pazar

çeyrek var kaça, peki o zaman kaça çeyrek var!!!!!! william faulkner

canan ki degütasyona gelmez, balık pazarına hiç gelmez.
orhanveli k.


işte patlayan parantez, sırayı bozan ölüm!!!!
seyyidhan kömürcü

















PAZAR AKŞAMLARI

Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat da yeni elbisem olacak
Ve ihtimal sen
Gene beni sevmeyeceksin.

Bununla beraber pazar akşamları
Sizin mahalleden geçerken
Süslenmiş olarak
Zannediyor musun ki ben de sana
Şimdiki kadar kıymet vereceğim?

Orhan Veli KANIK

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Ben, ruhu, psikozla nevroz arasında çarmıha gerilmiş. Ben, daha çok psikoz!
Daha çok nevroz!
Ben, beyni yıkanmış bir hain!
Ben, bir vebalı!
Ben bir salyalı!
Ben bir terbiyesiz!
Ben bir hain!
Ben, kaderi kedere yazılmış ürkek bir nâra!
Ben, boşa çıkmış bir kehanetim cemiyetin rahminde. Bütün belalar bana yazılsın.
Bütün zindanlar benim üstüme kapansın.
Bütün köpekler bana saldırsınlar dar sokaklarda.
Ben, yaşamak kavgasında yenik düşmüş havari. Gençliğim, şizofren bir çıldırı halinde seyirtti durdu. Ağırbaşlı bir duruşum olmadı.
Ben nihilizmin kapılarında alaya alınmış, algı sapmaları yaşayan, belleği silinmiş bir yerliyim.
Ben, bir cenin.
Erken yaşta şizofreniye tutulmuş yarı depresif bir köylü. Ben, a'rafta kalmış bir yurtsuz.
Ben, beyni yıllarca acı sularla yıkanan çocuğum.
Yıllarca beynim yıkandı.
Çocuktum yıllarca, kirli bir çocuk!
Yıkanası bir çocuk.
Ben bir sakıncalıyım.
Ben bir lanetliyim.
Nevrotik bir yüzdür taşıdığım.
Ben, bu ülkenin, ben bu yığınların, ben bu toplumun nesi oluyorum?
Ben nesi oluyorum bu dünyanın?
Ben kimim soru soruyorum!
Bu ülke neresi? Burası neresi? Bu insanlar kim oluyor? Ben kimim?
Bu ülke belki de Babil!
Ben, Babil kulelerinde mi konuşuyorum yoksa?
Hayır, ben sadece kulak kesildim bu ülkeye.
Ben, gözleri kör, kulakları sağır, idrâkı bozuk bir sakıncalıyım.
Ben bir şizofrenim.
Ruhum elimden alınmıştır benim.
Ben kendi bedenine yük bir ölüyüm.
Kişiliği bozuk paranoid bir narsist diye konuşma hakkı elinden alınmış bir yerliyim ben.
Ben, aristokrat tiksintisi, ben, soylu Ortodoks bulantısı, ben bir mürted, ben bir yalnızlık şarkısıyım.
Ben, sâralı bir yüzüm.
Bulaşıcı müzmin bir vebânın boktan bir artığıyım ben!
Ben, feministlerce kaba bir bedevi maskülen, aydınlanmacı çağdaşlarca karanlık suratlı bir gerici, dindarlarca azgın, bozgun bir modernist, uysal ineklerce bir radikal, dinazorlarca bir geri kafalı, ya da sakıncalı, ya da anarşist, ya da, ya da, ya da!...
Ben bir yalancıyım.
Ben bir kaçağım.
Ben bir korkağım.
Ben bir küfürbazım.
Ben, ruhsuz bir salyangozum.
Ben bir kokarcayım.
Ben bir lağım faresiyim.
Ben, sessiz bir çığlık!
Ben, soysuz bir parya!
Hayır! Hayır! Hayır!
Ey sanrılarım!
Ey yüreğimde büyüyen azık!
Ey gözlerimde demlenen hüzün!
Ben bir aşkıyayım!
Ben bir doğum sancısıyım!
Ben, yeşil gözlü bir kan pıhtısıyım!
Ben, ben, ben!
Evet, yani ben!
Ruhu çarmıha gerilmiş kanlı bir idrak!
Miyop bakışlarıyla soylu bir merak!

Cahit Zarifoğlu

ritmi bozuk mavi

orta yerde pek aşina olunmayan bir yüz saçılmış
sinmiş masasına dünyanın, o sensin, yavrum nasılsın artık
akıl kelimelerden yorgun düşmeye gidiyor, düşler bir harika
imdat sesine karşılık vermiyor fakat aşk
aşk mıdır nedir, beni öldürecek
ciddiye alınmayan sevgilerin ev hanımlığını yapıyor kadınlar şu anda
mümkünse telefonu kapatın şimdi bana ey kadın kısmı
küçüklerinden, büyümemişlerinden kadın kısmı
ama şimdiye daha çok var, iyileşmemiş hastalarımız var
telafisi imkansız buluşmalar
kollarında artık tek çocuklu ısırıklarla başkaları bakıyorlar karşıdan
yenilenmişler modernler ve süperler hepsi
çünkü iyileşiyorlar, doktorlar bir harika
spordan gelmek için spora gidiliyor
insan olmak tarafları yaprakların
yaprak tarafları insanların, yok biliyorum
yok bilmiyorum ben yere dökülen melekleri
karşımdalar, masadalar şu an, kıpırdamayın lütfen
hele hele hiç bakmıyor bu yapraklarsa bana
epeydir melek görmediğimdendir
bu civarda bana uygun müstakil bir iş, bikaç film, bir ev
bulabilirsem
caddelerde iyi giden, tınısı hoş bir şarkının ıslığı
ıslık, her seferinde ıskalanmış bir başkasına
kalır mıyım yanınızda, o masada sizinle şimdi


dünyanın tam orta yerinden sevgilerle
orta yerde sayın bir bayan, adına ölmüş mahalleler 
orda erkekleri konuşmayan dillerde
saat onikilerin orta yerinde, saat onikiye misafir bir aşktaki aşk
aşk
düğümler diyor şarkıcı, zamanın içindekileri, garip bir düğüm
ey bozar mı kanın gidişini kalbe doğru
ve nerden çıktı bu ev meselesidir: babalar
ki sokaklar gezip tozar bizi, biz şehirlere giderken
bize misafir hikayelerle, yanmış, tütünsüz
sanattan çakmayan kelimeler yazıyorlar böylece
benimle fatihte oturulup konuşuldu diye
ki birisi kalkıp öpüştüğümüzü sildi bu hikayede
gece hiç bitmedi, ama kaydedildi
otobüs gecikti vakitleri terk ettiler sonunda bizi
ayrıldık, ayrılmak ispatı aslında sürecek günlerin
ki kapatın artık bu şehri
yıldızları kapatın üstüme, ayrılmak, aşağı yukarı ayrılmak
yıldızların bir şehrin üstüne doğmamasıyla bir
savaşta çıkmayan yaralar edinmekle bir
ayrılınca sanki barajlar kurarlar tarihin kaşınan yerlerine
sonra buluşmaktan öteye gitmeyen şehir, onun lokantalarında bir yerde
sonra dengesiz bir demete çiçek karıştırıp vermenin hayali belirir
orta yerinde saat on bire dek oturmaların
masa tam da ayrılıp bir daha görüşülmesin diye yeni, yepyeni
eskisinden bile daha yeni, daha beter bir ayrılık
düşüyorlar ağaçlardan elmalar gibi

abartısız mavi

yüzünü kaldırsın yavaşça, orta yerde budanmış bir ağacın her yeri kalsın
masayı masa olmadığı için çıkarıp kapı önüne koyalım
elmalar orda bi yerde iyi bakılsınlar
ben bakılayım, sana iyi baksınlar
rüzgar çıkarsın güneşi getirsin eteklerin
gerisi nerde bir kanaviçi çiçek çıkmışsa gibi uzak ülkelerde
varlığının sonsuz şöminesi
çıkmalılar bu bahçeden çıkarmalıyız onları
onların bıyıklarını bastonlarını bitmeyen sabırlarını
gitsinler ki hayat güzelleşsin, vefasız olsun istanbul
ve efendiler çıkar balkondan en bilinmeyen oğullarıyla kavgalı
senin yerine, senin bir hayli yerine
hemen birkaç gardiyan, birkaç küpeli melek yavrusu aşağıdan duyulsun
korkutsun onları, kaçırsın
ama çok siyah, zeki, kıvrak
bir müddet ortadan kaybolunsun
bu yüzden bahçe olduğunu duymasın bahçıvan bu yoklukta

nereye kadar anlamasınlar o yokuştan düşüldüğünü
nerde keşke şimdi sahilde olsak filmlerinden bıkmak usanmak
biz ve onlar
oturulsun, birisi dünyadan bir hayli çıkarsın artık pantolonunu
biz ve onlar
ve kahvelerinin efendileri olmak üzere üç kez üst üste emrederler üstüne
pasaklı, alaycı, caddelerde demokrat dolaşmak ile
ölüp biryelerde bırakılsın
delinip deşilmekte varmış ya orta boy bir pıçakla
keskin sivri bir yalnızlıkla unutmaya çekilmek
başlayıp dursun,
işte bahçeler böyle bir yıpranmışlıktır, başkalarıyla berabersen
yine de ne var, yine de bişey mi var sanacaklar 
tembelleşip, insaf etmeyi çantalarla getirip götürerek
işte gitmediler ki, bahçeye kuruldular
zavallı yavrucak, neden halka açık çimenliklerde gezmediler
o halde neden ay çekiyor onca ölüm
zavallı biz orta yerde
işte yüzünü tereddütsüz sokaklara döken yalnızlık, işte katışıksız ben
işte bir evde yangın vardı az evvel
bir evin külleri yanıyordu içimizdeki
bir kentin ilaçları bizi iyi edecek
güzel ama alımlı sessizlik biter,

bahçe hınca hınç doludur artık karanlık kahkahalarla
düşlerini çıkarıp astığımız kalın ip balkona bağlı, şimdi çıkarıp astığımız
o kalın düşsel ip, yani balkona bağlı ama şimdilik kopmamış
siyah ama çok siyah bir gün, doğmamış günlerin üstünden atlayan trenlerin
bizi ulaştırabildikleri yerler, bizi uzaklaştırabildikleri, misal kars yoluna
misal bize miras kalır bunlar
ve hiçbir yol yarılanmıyor
ve öylesine
içim öylesine
içimde öylesine bir yüzünü kaldırsan çatlağı
yüzümü kaldırsam başka türlü, yüzünü kaldırsan gözlerin
ve gözler artık bir rehin alınmışlıktır

başka türlü senlerin ışıl ışıl gözlerinin içinde
bize yavaşça iyi gelecek çılgın bir mirasın içinde
yüzümü yırtıp saçtım halıya, güneş sırıtmayı sürdürsün
yüzümün yırtılıp halıya saçıldığı yerde
yüzünü kaldırsan, bana baksan sanki

sonra her zamanki gibi
sigara partileriyle, caddelerde yalnız yürümekle unutmak seni






yüzünü kaldırsın yavaşça, orta yerde budanmış bir ağacın her yeri kalsın
masayı masa olmadığı için çıkarıp kapı önüne koyalım
elmalar orda bi yerde iyi bakılsınlar, ben bakılayım, sen bakıl
rüzgar çıkarsın güneşi getirsin eteklerin
gerisi nerde bir kanaviçi çiçek çıkmışsa gibi uzak ülkeler
gitsinler ki hayat güzel, vefasız olan istanbul
ve efendiler çıkar balkondan en bilinmeyen oğullarıyla kavgalı
senin yerine, senin yerine bir hayli
hemen birkaç gardiyan birkaç küpeli melek yavrusu aşağıdan duyulsun
korkutsun onları, kaçırsın
ama çok siyah, zeki, kıvrak
bu yüzden bahçe olduğunu duymasın bahçıvan bu yoklukta

nereye kadar anlamasınlar o yokuştan düşüldüğünü
oturulsun, birisi dünyadan bir hayli çıkarsın artık pantolonunu
ve kahvelerinin efendileri olmak üzere üç kez üst üste emrederler üstüne
biraz pasak, alaya alınmış, caddelerde hür hür dolaşmak ile
delinip deşilmekte varmış ya orta boy bir pıçakla
işte bahçeler böyle bir yıpranmışlıktır, başkalarıyla berabersen
yine de ne var, yine de bişey mi var sanacaklar daha çokken vakit
çoklaşmak, tembelleşmek, insaf etmeyi çantalarla getirip götürmek
ama etmezler
zavallı yavrucak, o halde neden ay çekiyor onca ölüm onca güneş
zavallı biz orta yerde
işte yüzünü tereddütsüz sokaklara döken yalnızlık, işte katışıksız ben
işte bir evde yangın vardı az evvel, yanıyordu bir kentin ecza deposu
bize iyi gelecek
umutlu sessizlik, umutsuzcasına sessizlik, güzel ama alımlı sessizlik
biter, bahçe hınca hınç doludur karanlık kahkahalarla
düşlerini çıkarıp astığımız kalın ip balkona bağlı, şimdi çıkarıp astığımız
o kalın düşsel ip, yani balkona bağlı ama şimdilik kopmamış
siyah ama çok siyah bir gün, doğmamış günlerin üstünden atlayan trenlerin
bizi ulaştırabildikleri yerler, bizi uzaklaştırabildikleri, misal kars yoluna
misal bize miras kalsın bunlar
ve hiçbir yol yarılanmıyor
öylesine
içim öylesine
içimde öylesine bir yüzünü kaldırsan dileği, ipi
yüzümü kaldırsam başka türlü, yüzünü kaldırsan yavaşça iyi gelecek mirası bu
yüzümü yırtıp saçtım halıya, güneş sırıtıyordu olanca gücüyle
yüzümün yırtılıp halıya saçıldığı yerde
yüzünü kaldırsan, bana baksan sanki

2 Temmuz 2012 Pazartesi

siyah

şüşa dile min şikest ! *

zafer ekin karabay içindir

işte! patlayan parantez, sırayı bozan ölüm
söndürüp ışıklarını karşıdan karşıya geçirmeye yarayan hayat
bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum;
mutlak bir ekip çalışmasıdır
üç el oyuk bir yağış biçimidir ölüm

demişken diyelim ve öyledir;
olmayan davaların işi değildir divana kalmak
ya da aşkın ara sokağında balkondan sarkmak
çünkü çocuk oyuncağıdır harç taşımak
taş toplamak, kuyu kazmak
demişken diyelim ve öyledir;

işte! ben dolaylarında hayatını kaybeden eşim
önce aşk, sonra ara sokağında taş taşıyan şüphe yani
bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum;
yok kimseye –makilerin orda- anlatacağım bir şey

demişken diyelim ve öyledir,
hala şüphe taşıyor her taş
süslü cami avlularında yalın ellere tapıyorum
öldüğünü bilmeyen iplerden
hala süslü siyah mektuplar alıyorum
günlerdir –makilerin ordan- yazıyorum;
sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım
günlerdir söylüyorum;
sigara ve kahveyi saysak da evde yalnızım

aslında günlerdir çok ileri gittiğim de söyleniyor
ısrarla yüzündeki kışa benzediğim ya da
kış dediğim aynamızın önünde elek
günlerdir hoh taşıyorum
taş topluyorum deliklerine
yani ısrarla kuyuları güldürüyorum kendime

işte! ben dolaylarında hayatını kaybeden hayat
önce aşk, sonra ara sokağında taş taşıyan şüphe yani
bilinsin ve süssüz siyah bilinsin istiyorum;
yok kimseye –makilerin orda- anlatacağım bir şey

seyyidhan kömürcü