16 Haziran 2013 Pazar


Çinlilerin güneşi çoktandır sönmüşOrda insan yıldız görmekle nefes alıyor tükenmişliktenBir nehir akmayagörsün, nehir görmeyenler de çıkıyor biraz sonra
s
onra efendim, o meşhur  biraz sonralar da geçip gidiyor
Pazartesi gününe uğruyor zaman, ve bir Çinli de çıkıp demiyor ki
Teknoloji ve Amerika var yakınlarda, bak buzdolabı ne kadar güleç yüzlü
duruyor sen bana bakınca
yakında her eve birkaç güneş girmesi amerikanın tesadüdüfüdür
bir pardon deyişi var ki görmelisiniz avrupayı

rusyayla ne vakit fotoğraf çektirsem aynı kızıllık aynı kızıllık
ama babası durur mu şu çinlinin, çekirdek çitlerken hüzün de duyabilmesi için
poposu mankenlerinkine benzerken helali de bilmesi için
tiyatrodan anlar iken türbanı hor görülmesin için
süpermarketlere her gün bir kaç uğramalı
hayata karşı hazır bulunmalı, fukişimacılığa karşı rahat davranmalı
gözlükleriyle her gördüğüne inanmamalı

Kızı felsefeye yatkın ama kimi aldatacağını hala karıştırıyor
çünkü,

Yoksa dışarı çıkması yeter de artar da ademoğlu için
Görmeye deliliği, unutmazlığın su renkli bidonunu, sevincin kanı bozuk insanlarını

 
 
Delilik ama çok ağır ve arabaya sığmayan cinsten
Birisi olsun ne çinden ne de buralardan
Yani akşamüstülerden ve çiçekleri kolaj çalışmaları için sevenlerden
Birisi olsun hoşlanmıyor utanılacak sade şeylerden
Oysa ben deliysem veya da çindeki deliler deliyse
şeytanı deli edenler ve otobüsleri iyi kullananlar
okçuluk yapanlar ve randevusuna iki saat erken ulaşanlar
Da deli sayılmalıdırlar polislere kimlik gösterirken
cepçilik sanatını postmoderniteye uyarlayanlar da
hanımlarına iyi baksınlar işte, akıllıca ve akılları sıra

Hanım evde bekliyor fotoğrafları dolmalıdır ev içlerine
Gözlükler takılmalıdır
Kim anlar patlıcanın içindeki kötülüğün
Büyük bir kıtayı doyurabilecek kadar sadeleşebileceğini
o halde kim kim oluyor, ne oluyor şeyler, bütün bu şeyler,
bildiklerimizle anlatabiliyor muyuz içimizdekini de
dışarı çıkmak için seferberlikteyiz

leş gibi gördük bize akseden sedamızı, başkasıyla beraber gezen
kaşık çatal ile yapılan romantizm dolu

Hareketler, hararetler, dana yoğurtları ile

Uyumlu hale dönüşebileceğini çinlilerin
bize benzedikleri ve benzemedikleri için
nihayet küçük gözlerle görebildikleri için şeyleri, herkesleri ve tütün
içtiklerinden sımsıcak boşluklarda
çinlilerin aklından geçenlerle içlerinden geçenler
aynen bizlerinki gibi
diye ayırt etmek zavallı bir denkleme karşılık geliyor
darmadağınık bir ordunun aynı zamanda
dörtlü sırada olduğunu unutmaması aynı zamanda
ev önlerinin bahçesizliğinde
ve bizi ikna etmesi gibidir yaprakların
Allahtan geldiğine
ama bizim içimizdeki  kamyonlar son sürat geçiyor kaburgalarımızdan
arabalar ezip geçiyor içimizi hiç durmadan maalesef
ve karakollar baskın düzenliyor oramıza buramıza

içimizin biryerleri acıyor fakat bu, dünyaya karşı sadakatsiz oluşumuz ile
açıklanıp hor görülüyor yine de
yine de nerden baksan sefil değiliz
nerden baksan misafirlik etmişizdir şimdiye dek
o kalın çeperlerinde hayatın

aklımız yani acıyan, yani sürekli sancı edip duran kafamızda
nereye koyup terketsek acaba diye bi türlü terkedemediğimiz

ve bunun üzerine, konuştuğumuzda düşünüyor gibi yapıp
onu yavaş yavaş kaybediyor gibi konuştuğumuz


başımızdaki bela, ağaçların ne işe yaradıklarının, amaçlarının, şekillerinin diyalektiği
yeri gelince saplandığımız koca bir kedere ve kadere benziyor
o değerli taş
birden yahut birdenbire
atının üstüne binip tüm ülkeyi ev ev hane hane dolaşıp
bütün çini ev ev hane hane dolaşıp
bizi maceradan maceraya sürüklemeye
ayaklarımızı yerden kesmeye
yerden göğe kadar haklı olmaya hızını alamadan
hızını alamadan haklı olmaya devam ediyor hala
bir mantığa bürüyor tükenmişliğini, tükenmişliğimiz, tükenmişliğini çinlilerin
ve çin ulusal ordusunun

kimsenin zavallılığı kimsenin zavallılığıyla karıştırılamaz
kimsenin yalnızlığı kimsenin yalnızlığıyla dövüştürülmez
kimsenin kutsalı ve öteberisi başka kutsallar ve öteberileriyle sidik yarışına tutulmaz
kimsenin çinlisi başka çinlilerle değiştirilmez
ama ortada bir gerçek var
ortada koskoca ve sert söylenmedikçe önemi yeterince anlaşılmayan
ve azalmayan da aynı zamanda, bir gerçek ve bu gerçeğin
yanında bulunmak suretiyle kendilerini gerçek addedecek durumlar
ortada dünya kadar insan ve dünya kadar yalan
ortada borca sıkışan ve borca sıkışanları avlayan
yani ortada bunca sarışın alem varken
yakalatan, bozuk para misali bozduran bir kişi gibi bir kişi var
bir kişi var, bir böcek, bir böcek ineği gibi
ara ara karaktersiz bir sülüğü de andıran
ve tamamen kedi boku kokan, fare leşini hatırlatan
bir kişi olarak daha sayılamayacak bir kişi
hatrı sayılır yavşaklığı bulunan
evlenmede birinci
bir kişi
ki bu herkesin kendisi

ikinci el acılar ve solmazlıktan bıkmış usanmış güller
solmayı bekleyen diri adamlara benzemişler
zaten bu gidişle karıncayı bile incitmekten itina eden
deyuslar türemişse
bu ahlak karmaşasının gülen ve ağlayan ortak yüzü
kime acıyıp kimi tokatlayacağımızı net bir şekilde
göstermezken
hangi çağa düştüğünü nerden bilecekken
uyum sağladığımız kederler ve hüzün
pratikte yoklar aslında
ve içindeki ceviz ağacını bir çeşit hastalık şeklinde tanımlayan
yine kendi kendimizdir tabii ki,
biz ki günah çıkarmaya giderken yakalanmış
ortaçağ vapurlarına atlayıp orda kaybolmuşiken
dikenler iken ellerimizi uzatmayışımız yakındakilere
kovboy filmleri daha özenli çekilirse
bir sürü kovboy türeyebilecekken
devrimlerin muhteşemliğine övgüler yağdırmadığımızdan mıdır nedir
nerdeyse kavgaya tutulmuşluk
nerdeyse sarı odalarda kavrulmuşluk en az çinliler kadar
hayret uyandırmıyor mudur tanrılarda.
içimizde neşesi en yerinde olanlardır
parfümlerini karıştırabilip yeni kokularla hayata karışanlar
ve bir şiir çıksın meydana, hemen alır gelirler
dua etmesini bilmedikleri için mi yargılayacağız onları.

yetişmez bir ciğara şimdi, evde umulmadık bir misafir temizliği
hassasım bu konuda, en azından kendimi kendim hariç birisine açıklamaktan
aşırı derecede imtina edeyim ki, hala sokağa çıkacak kudret  heyecanımda saklı kalsın
işte sırf bu yüzden, delirmemek konusundaki becerililikliğimi nasıl başardığımı
yazmak istiyorum bir gün kendime, nasıl oluyorsa biliyorsunuz işte, kalem buz tutuyor
balıklara dinamit atılmış gibi ben sandalda ve gölün merkezinde tek başınayım sanki
üç el ateş ediyorum, kimse ölmek bir yana dönüp bakmıyor bile
herkes şarkıyı dinledikten sonra herkes neden şarkı söylemek istiyor ki
hemen yer değiştirmek arzusu peydah oluyor zihnimde, cereyan çarpmış gibi kafamızı
altüst olmuşuz gibi, oturduğumuz  ama bulunmadığımız yerlerde, ve hiç kalkmadığımız ama orda bulunduğumuz için kaybolmuşluğumuzu gördüğümüz yerde
öfke içinde ve dertler içinde yemin edebiliriz, ama ben hala burdayım tüm düşündüklerime ve hayalettiklerime rağmen, elimle teşbih sallayışım ise, rastlantı değil, bir uğraş değil
pozisyonumu kabule yanaşmasam da, bir şeylere uyum sağladığımın kanıtı şeklinde özet çıkartıyor
demekki: birşeylere uyum sağlamanın rahmidir insanlar
hayatım seyredecek seyrinde muhakkak, devam edecek devam eden şeyler muhakkak ve  on yıl sonra elimde tesbih görmezsem bile, deliremeyeceğimi aklımdan çıkaramadığımdan,

deliririm belki de.

ve neyse ki, misafir karşılamaya yetecek yaştayım, gevezelik etmiyorum
aksine gevezelik beni sıkıştırıp durmasına rağmen, elimin tersiyle itiyorum
 şarkıları, görüntüleri, resimleri ve yazıları, yenilikleri ve gerilikleri unutmaya kalkıştığımı bile hissediyorum o anlarda ve neticesini de alıyorum bu kalkışmalarımın,
maksat benim umrumda olmayan şeylere dört elle sarılan kimselerin
duyumun arttırıp, ne halde bulunduğuma dair etiketler edinmemeleri, bu çeşit
gösterileri sizin de yaşadığınıza eminim, kimseye koz kaptırmamak derdi bir yana
maçaları biriktirmek ölüm kalım meselesi haline geliyor bir süre sonra. böylece siz
ayrılıyorsunuz kendinizden, başka yerdesiniz ve ölmek nedir bilmiyorsunuz işte.