10 Şubat 2011 Perşembe

iki kederli yürümek

İki kişiyi görüp çıkacağız hemen, hemen şu nefesi kesilmiş, yorgun, sesleri ağıt yakarmış gibi düşen şemsiyelerin ve damların altında duran ve annelerin dizlerinin dibinde durmuş iki kişiyi görüp çıkacağız. Gece olmuş, komşular merak etmiş, evinin duvarlarında sararmış iki mermi, iki düş, iki muhacir kızını. Acıkmıştılar şimdiye, oğullarını görmeye gelmişlerdi onlar da, izinsiz, sapa yollardan, anlaşılmayan bir lisan konuşarak devam ediyorlardı şimdilik bu büyük çölün patikalarında, nevresimlerle örtülmüş gecelerinde sobalarından ısınarak büyümüş, ve susamışlardı da şimdiye dek. İkide bir aynı kavgaları, aynı kadınlar için, aynı sebeplerden ederek kovulmuş dört kardeşlin en büyüğü ve en küçüğü ve en ortasıydım ben, vurulmuştum çünkü gömlek kan içindeydi artık, sanki ah deseler kırılacaktı havariler, bardaklara aşiretler dolacaktı, töre uygulanacak ve, ve çiseleyecekti yine savaşlar gölgelerin üstüne, ve süperman ile karşılıklı görüş ayrılıklarımız vardı yine.
aceleleri vardı, acemiydiler ve bunun üzerine kuma getirmesine karşıydılar kocalarının, Yezidileri ve sultanlarını çağırmamışlardı kaldıkları otele, fişekler sade kaçtıkları için geçmişti kaburgalarını delerek, yine de mektup yazabiliyorlardı kimseden yardım almadan, birer porsiyon acılı adana yedikten sonra çektikleri acıya kaldığı yerden devam edecektiler, zaman ilerliyordu ve onları ziyarete gitmeyi düşünüyordum bende, hayli ilginç bir manzara teşkil ediyordu portakal kabuklarını odanın her tarafına serpmiş olmaları, nedenini söylemediler ben de çay koydum hemen, çünkü hatırladım güzel koksun diye öğrenciler bırakır evlerinin içini portakal kabuklarıyla dağıtarak, hatırladım da onları ilk gördüğüm zamanı;  ‘ulan yine bugün bişeylere zam felan gelmese iyi bari’’ demiştim balkondan seyrederken kavgayı, bir şeyler döküldüğü gibi kalmıştı hep o binada, bir şeyler solduğu gibi ve kapılar kilitli kaldı hep orada, ama sonra hep düşündük ki biz, yani ben onlardan ayrı ve onlar benden bihaber düşünmüşüz ki; buradan gidince insanı hayat kaplar diye,
Sonra olur ya bazen, çok uzaktan sesi duyulan bir bandoyu sanki geçmişte kutladığın bir cumhuriyet bayramı gününe denk getirirsin ya hani, bıraktığın yerden devam edecekmişsin gibi gelir ya bazen hayat, bir döngünün devam etmesi için sürekli hatırlarsın ya her şeyi, işte bir gün ben de bluzumdan akan kanı durdurmak için girdiğim bir lokantada, tam yemek hazırken veya ne bileyim bir dostun sıcacık öfkesini hissederken ensemde ya da, aklıma birden bu ikisi geldi iştahımı kaçırıp, bu ikisi geldi ve pek de gitmediler kursağımdan, birkaç izmarit bulsak ne iyi ederdik oysa şimdi, iki kişi olsak biz de birisiyle okuyup yazıp, söyleyip, dinleyip, gidip, hüzünlenip, biletler alıp, yemekler yiyip, dualar edip, ders çalışıp, ders verip dönerken kendimize, cama yaslanıp yaşıyor olduklarını ve olduğumuzu bulurduk iyi olurdu bir de, ki hiç göze değmeyen sabahlar, ki ezberlenmemiş şiirler yazardılar onlar bizi görünce, şarkılar saklardılar ağaçlardan düşen yaprakların sarısına, bahar böylece sona ererdi, çamaşırlarını toplarlardı hep bir ağızdan konuştukları için, kurumuş odunlar biriktirirlerdi aslanlardan kaçırdıkları kadarıyla, söğüt dalları veya dağlarda birikmiş aşıkları toplarlardı saçlarının boğumlarıyla, etekleriyle saklardılar onları eşkıyalardan ve döngü devam ederdi, metafizik devam ederdi, gençler cümledeki anlatım bozukluğunu bulmaya devam ederdi, yorgun değillerdi evlerine vardığımda ve iki kişiydiler hep, biri çıkıp gitse üç kişi kalacaklardı yani, hem serin değildi damları, hem de hemşerim sayılmazdılar, odalarına ceylanlarını asmıştılar ansiklopedilerden çıkardıkları,  yüzükleri karla kaplanmıştı pek seçilemiyordu ama yere düşen izmaritler artık yoktu, artık yoktu ve beni tanıyamayacakları bir anda çıkmıştım dağlarına, engebeden geçilmiyordu suratları, böylece tokatladılar beni inceden süzülmüştüm, bitirememiştik bu rüyayı borçlarımız vardı.
Bizi öldürmek istiyorlar şimdi, onlardan kalan bizi,  ayak izlerimizi takip ediyorlar değdiği yeri ıslatan ve çıkmaz sokaklar inşa ediyorlar, özgürlüğümüze kast ediyorlar, bir oyun oynanıyor çevremizde, alıp götürüyorlar birkaç şüpheliyi, hapse tıkıyorlar, bunların ceketleri hayatın renginde değildi bu yüzden olsa gerek kısa kesilmişti sözleri, artık bileklerine kancalar takılıydı onların ve hep iki kişiydiler, güneş batınca ve internet gelince eve, ödevler bitince ve yahut balıklar kızarmışken işte. Kalkanlarını bırakmak zorundaydılar içeri girince, tırnakları çekilmişti konuşamıyorlardı, ses net gelip gitmiyordu, ölü sanıyorlardı birbirlerini ama yitirmemişlerdi yine de birbirlerini. Ve hikayeyi başka bir iki kişi devralıyordu hemen, onlar da yeniliyordular, maçlara felan pek çıkmıyorlar, korkuyorlardı oldukları için, sözlerini kesip alıyordu hançerler acıttığı yerden ve kanamasına ramak kalmıştı vadilerinin, damarlar sertleşmiş, bıçak iyice bilenmiş, sıra kiminse ölmeği o hak edecekti yüzünden, ikisi de topal kalmıştı ayrıca, hayatı topal seyretmişlerdi camlardan, çünkü kalmak isteklerinin, yalnızca birlikte olmaları gerektiği zorunluluğundan ileri geldiğini yaşatmak istiyorlardı börekçisinden, müdür muavinine, şoföründen dört yıllık üniversite mezunu işsizlere kadar herkese, çünkü sıra onlara geldiğinde hala başaramamışlarsa iki kişi olarak biri olabilmeyi, ya da bir kişi olabilmeyi, sürüleceklerdi gerçekten, göremeyeceklerdi hakikati, yok olacaklardı sonsuz kere sonsuz kez.