1 Mart 2011 Salı

sükut içinde bekledim onları

Başkalarının gördüğü şeyi, sen de görüyorsun, anlatıyor susmuyorlar, işittiklerini duydukları kadarıyla, dinliyorsun, ezberliyorsun, ezberletiyorlar, onların mavi ceketleri var alıyorsun, kendilerinden bir tane daha olsun mu istiyorlar? Başkalarının kini var, birbirlerine benzemeyenlerin mesela, ya bi taraftasın ya ölüyorsun, susmayı otobüs yolculuklarına saklıyor, orası başka bir tenha oluyor, çünkü varoşlar gitmek için yerleştirilmemişler bu kente. günahları var ve suçları, hangisi doğru hangisini durdurabilecekler, onların çatıları yada balkonları, led tv’leri ve atkıları, vurup kırıp saklanıp, iyi de dövüşebiliyorlar, azimleri , cemaatleri, tapancaları, ve çayları, ve çayları arada sırada dostlarıyla içtikleri, tarih kitapları, resimleri, Ömerleri Ayşeleri var,anlıyorsun ki yalnızlıktan,
Trenler bir şehre ulaşınca, bakıyorsun ışıkları yakmışlar mı diye, bir kahve içip geri dönecekmiş gibi soluk soluğa bakıyorsun, ama yalnız bir kenti solduracak tüm renklerin reklamını yapmışlar, seni indirip hayaller kurdurtuyorlar, ne de olsa kaplanların kafeste ve kilitledin diye odayı, seni sevdaya tutuşturuyorlar, alıkoyuyorlar çantalarında.  Senden önce gelenlerin hiç biri baharı atlatamadı, suların döküldüğü denizlerden, elleri ateşten korlaşmış efendilerden ve mızıkacılardan kaçamadılar, bi bakmışsın caddelerden birinde onlar var, güzel narin vücutlarıyla, gümüş yapraklı örülmüş saçları ve sözleriyle şiirleriyle, camlardalar, çatılardalar, avlularda ve kuafördeler.
maviler çok karanlık, duvarlar kalın, yollara dökülmüşken izliyorsun martıları, herkes akşamı bekliyor, sonra pijamalı herkes, sonra herkes sabahı özlerken, susamlı bisküvi ve sigaralar aldırıyorlar bakkaldan, sandıktan çıkardıkları fotoğrafları para etmiyor, nefeslerini tutarak hüzünlerini seviyorlar, bu yüzden gelecek günlerin şatolarını inşa etmekteler, neler yapabileceklerinin ne önemi var şimdi, neyi ne kadar tüketebiliyorlarsa o kadar yaşamıştılar.




şimdi çık bir tepenin kemikli ellerine, taşlarını fırlat bize, uzun uzun çekmemizi bekle sesini, omuzlarını değdir izinsiz bize, bir susam gibi ezilsin tenin içimizde, sen bir kanat değilsin bizi götürecek, dişlerimizi sökme dişlerimizi temizle, bizi bir maşuk et son düşen hecelere,doğ ece…
Şimdi nereye uçalım bize göster, nereyi kanatalım kimi susalım, hangi okumaları, hangi vezinsiz hayatları, baştan alalım söyle, hangi uçurumun başında ellerinden yakalayalım. hadi doğ bize ece, rahmimiz hazır bekler. doğ ki Afrika püskürsün üstümüze, dağılsın suratımız, bir yunus saklasın bizi firavunların yetiştiği günlere dek, bir saksı çiçeği gibi sula bizi, yatışsın öfkemiz.

soğutmuyorsa bizi mutluluk, akşama bir penaltı kazanmış kadar sersemlemiş girmişsek, perdelerin mavi boncukları irili ufaklı sıçrıyorsa bakışlarına, biz de alıp başımızı sokakları yürüyelim seninle.