18 Kasım 2010 Perşembe

ilk , bahar



la ben ne zaman yüzü koyun yatsam seni seviyorumdur yine, muhakkak üzerimden bir tren geçmiş gibidir çok uzaklara, bir arı kovanından süt çalmışım sanıyor annem böylece, melekler çatıyorlar kaşlarını sular kesilmesine kadar, akşam herkes gibi gurbettir yani, akşam bir avuç ibnenin işidir gibi geliyor bana, ama akşam her halde kuru sıkı bir silahtan fırlatılmıştır yine de, bizse birer müsveddeyizdir bir şairin el yazılarına, paçavrayızdır bir oruspunun orasında burasında, biz çok cesuruz biraz, biraz uğultulu, biraz uyuruz çünkü seferden döndük, süvariler bulduk ellerinde şiirleriyle, hüzünlenince büyüyen çocuklara baktık dere kenarından, küsünce annelerine, boy atıyorlardı mütemadiyen, kavgalarına pıçak karıştırıyorlardı, biz de madem uykumuz var, madem bizim de imanımız var, öyleyse taş attık fırtınadan dayak yemiş gibi duran yalnızlıklarımıza, işgal edilmiş kentlere taş attık yalnız başımıza, tek ve sipersiz başımıza, kimse uyutmadı bizi çünkü isyan başlamıştı, müzikler çalınıyordu, ateşkes bir sonraki perdede oynanacaktı, rüyalar sökülüp atılmıştı gözlerden, hırsızlar yangınlar çıkartmışlardı, öyleyse bu kentten bi bok olmaz diyordu general, general traşlı,general haklı ve silahı var ipnenin, fıçı birası var, demem o ki generalin bir köpeği var bir tabur da hizmetçisi, öyleyse okyanus okyanus geziyordu bütün mülteciler, ve her şeyi görüyordu bizim evin balkonu, bu balkondan simurg'u görüyordumcasına, çok güzel yazlar, çok uzak arabistanlar görüyordummuşumcasına görüyordum dostlar, la sanki ben bir yaratım sürecindeyim dostlar, la sanki ece ayhan olsaydı ne çıkardı ya rabbim, la ben sanki birini çok sevmişimcesine gözlerinden dom, mavi eteğinden, kızgınlığından bi yerden ahval. Ve Tahir buna şapka çıkarsın ki ben ordaydım, Akdeniz bir çiçeğin ilk baharıyken ben ordaydım, sevgilisi kopartılmış bir papatyaydım ben, öyleyken alkış tutsun bana savaşçılar, miğferleri düşsün haçlıların ve bu durum yıldırsın korsan cinayet işleyenleri, bu durumdan bir paket malbora, bu durum beni batıl inançlarıma sürüklesin, beni matematik öğretmeni yapsın, ve sus yoksa bu sükut alıkoyar hepimizi bizden olmak üzere senelerce.





şimdi geç oldu yağmur düşürmeye saçlarına, şimdi biraz yorgun, şimdi borçlu, toprağa iniyor ve çıkıyorlar tavşanlar da şimdi, şimdi aile doktorum bir ilaç yazana kadar raporlu, şimdi perşembe için bir hayat daha, bir nefes daha lütfen tanrım, bir hapşırık şurubu,



böylesi daha tanrısaldı bebeğim; sen, ben ve gömlek askıları düzgünce yerleştirilmiş, böylesini hiç görmüş müydük sen o halde papatya renginde, o halde sana çırılçıplak bir lisan dökeyim bakışlarımdan, kana bulayayım acıkmalarını,dur da caddeye kadar eşlik edeyim o vakit sana, zaten o vakitler caddelerden geçiyordu pasajlar, o vakitler anneler kazaklar örüyorlardı örülü halde, o halde ben mısır çarşısı pahasına da olsa o eksik ezgiyi söyledim sana, o sözlerinden çaldığım ezgiyi ki rabbim bunu duydu, sinemada bilet kalmamıştı o filme ve o kız duydu, cadde biraz kalabalık olduğundan yada bilmem ki neden, isabet  ettirememiştim o acayip sevdayı, bu yüzden aramızda bir ezgi çaldıran sokaklar vardı marttan kalma, çünkü sen çok soğukkanlı ölüyordun bende, bense pencereden izler gibi gölge, bir bayrak tutar gibi kollarımda, kızgındım, küstürülmüştüm, sakallarım çıkmıştı, ve martılar yılın ilk nisan ayını çiziyorlardı kentin duvarlarına, sen duvarları kırıyordun bir kış görsen.

Hiç yorum yok: