7 Aralık 2010 Salı

aşk tanrısının göbek adı

vay benim aşk tanrılarım; merhaba, ayağa kalkın!

Ölüyoruz çünkü çok yoruldum çok sıkıldım, güçlerimizi birleştiremediğimiz yüzünden korktuk bütün denizlerden, boğulmaktan ve uzaklardan korktuk, göçlerimiz bizi tekrar edip durdu böylece çünkü sayın kardeşim. ölüyoruz çünkü hemencecik müdahale gerektirmiyor isyanımız, polisler gelene dek susuyoruz çığlıklarla ve üstelik bu kapıyı açar açmaz sancılarımız çıkacak, ve bu kalp krizlerimizi yetiştiremeyecekler kimselere, sonra üstlenen de çıkmayacak ihanetlerimizi, çünkü ölünce başlıyor sayılıyoruz yarışa. Sözde gecikmiştik bu hayata ama partideki en şık yalanı biz söyleyince, ve hatırı sayılır bir deprem çıkarınca göğsümüzden, göğsümüzü gere gere çıkarıp attık halkımızın senetlerini bi çırpıda, ama yine de yıkılmıyor bizim dershane, dağılmıyor suratım, boynumu vurmuyor Lidyalı bir kral hazır balta düşmüşken ellerine, ama ellerine ne çok yakışıyor bir bumerang görsen sevgilim, görsen beni bir pıçakta yere serersin namussuzum, ve ben derim ki keşke hiç olmasak, birkaç yalan söyleyip, bi de ihanete uğrayıp sıyrılsak derim günahlarımızdan.  
Dar bir kefen giydirmişlerdi bana hatırladım ve sevdim, caddelerde körebe oynuyordu çocuklar buna da sevindim, akşamdan kalma yemeği ısıtıyordu çocuklarına bir Afrika, göbeğinden ve uzak akrabalarından bile daha kirliydi o sıralar Ortadoğu, ve Ortadoğu Filistin’den ibaretti hala kardeşim benim. Böylece bir ölüm kalım meselesi daha yılan hikâyesine dönmüştü ya, bu yüzden sokağa çıkamıyordu hala şairler, bu yüzden bakkallar veresiyeyi yüzümüze kapatabilmişlerdi, yardıma muhtaç aileler yüzünden kıyamet alametleri çıkıyordu bir de bir bir ortaya. Yağmurlar yağıyordu göğe ve suyumuz kesiliyordu diye çığlığı koparıyordum, denizler çekilene kadar güneşi kundaklıyordum, bombalar yağdırıyordum üstüme, süt dişlerimi çıkarıyordum gene ama uslanmıyordum, ama maça kızı sinek valesi, ama dolmuşla halkalı meydanına kadar kimselerin çıtı çıkmıyor yine,

Çürümüşken hayat halkın girebildiği meydanlarda, münasipse komşulara gidilen bir günün ilk arefesinde, yani son durağa yaklaşır yaklaşmaz dolmuş, ve ölü sokaklarla dolup taşan bu kent tam da göç edecekken eski yurtlarına, ve
annelerimiz duymamış olsun bir de yoksa, yoksa bir başkasına da söz
verilir ya bazen, bir zelzele kopar heyecanla beklenen bir tufanın ortasına, işte biz bu yüzden batıl inançlarımıza çok bağlı kaldık sayın hâkim bey, başka bir kent bakıyorlardı bizim için fakat siz iyi birine benziyorsunuz hâkim bey, siz bizi ikna edersiniz, bizi ihya edersiniz, bizi döversiniz de, sonra davamız düşer, bebek düşer, denklem düşer. Ve kurulur modern mimarisiyle tüm haykırışlarımız kentin üstüne, ve sonra delik deşik eder senin çığlıkların bu kentin her sokağını bebeğim, senin ağlamakların, altını üstüne getirir her tarafını bizim sevdalarımız, sonra final gelir çatar birden, notlarımız kırıktır yani, hesabı hep bize yazarlar yani.

hesabın kabardığı bir akşamın finalinde, yine mavi gözleriyle bakmadı, yine seslenmedi, kekelemedi, unutmadı, yılmadı da, hayatı yerin üstünden yaşamaya devam edecekti o,

ve biz aşağıdayız zaten, düşmüyoruz, pilav aldırıyoruz dersaneye,

hakim bey peki bu yetkiyi kimden alıyorsunuz siz, bir dava insanı neden güzelleştirir peki?

Bankada bir işim var müsaade et bebeğim, peşimden gelme sırası değil, eve dön şimdi, geceye dön, ve erken kalk çünkü prova edeceksin hayatı en baştan.

şimdi bu nerden çıktı diyeceksiniz ve ödünüz kopacak karşılık verir miyim diye, ve işte o an hakim bey ne kadar hakim olduğunuzu anlamasın kimse yoksa benim mahallemde yaşayan insanlar size fevkalade inanırlar

yani meselelerimiz pek güncel değildir ama buna rağmen izinsiz çıkagelir pencerelerimize mevsimler, kapıdan bacadan, ruhumuzdan içeri alırız onları ve onlarla tüm sevdiklerimizi yine, ama siz bize inanmayın ve yine yemeklerinizi alman usulü yiyin, aynı yazıcıdan çıktı almayın başkalarıyla sakın, felan

Hiç yorum yok: