8 Nisan 2011 Cuma

ve sen garcia lorca; ne işin vardı kavunların yanında

bir nedeni yoktu, başladığımda cemaat ayaktaydı, şehirler binalar kuruluyordu, sahipleri belli karanlıklar, yürüyordun, akşamdı, sokaklardaydın, bir fotoğrafın bir resmiydin sadece, geldin kapı açıktı oturdun, sana otoyollarda gördüğümüz şehirleri anlattırdım, ölü sulardan, yoksulluktan, yanıbaşımızdan, lanetli günlerden, anılardan konuşup yirmilik üç sigara paketi bitirip, şarabın sonunu gördük, hiç biri bir sonrasının yerini tutmadan, içtik, konuştuk, günlerimizi geçirdik, alışveriş yaptık. yaşlanıyor, camların içinden hala görünmeyebiliyor, noktalama işaretlerine, imla kurallarına uymadan hayatı döküyorduk işte 2,30 da lavaboya, geniş delikli tuvaletlere. soracak sorumuz yok, kimseye nasihat edemeden, kimseyi daha bıçaklamadan, sabitlenmişiz duvarların karşısında. ya biz melekleşecek miyiz, otomobilleşecek miyiz, bulutlaşacak mıyız, sıramızı savacak mıyız. nerdeyiz, başaklar ve sulardan saklı ovalarda, silik zamanların haritada çıkmayan alanlarında, hayatta mıyız yoksa atlarımızdan inmedik mi daha. pencereden çıkardın kafanı, üşüdün, yağmur yağdı tanrı hakkı için, kağıtlar ıslandı, bozuldu kelimeler, hayallerimiz ıslandı, ıssız kaldık, battaniyemizi sakladık birbirimizden, ayık kalmaya yetmiyorduk , askere yazılmalıydık ilk savaşta, silahlar bizimle konuşabiliyordu çünkü, filmlerdeki gibi, bazı sahneler sırf konuşmayalım diye yazılmıştır, ordaydık bir gömünün karanlığında,konuşmadık, konuşmayınca düzeliyordu birden bozuk şiirler, kupayı kaldırmıştık sevinç içinde, bizi bulacaklar merakı içinde endişeliydik ve gergin hayli, ışık söndüğünde kurtarılmamış bir biz olacağız, bunun için sabahlara kadar içecekler, kutlayacaklar sanki bu şehirleri üzerimize yıkabildikleri yüzünden,

neyse bekle, gitme, onlardan ve kimseden bahsetmeyeceğim, inan bu kez daha sen gibi bakışlarım, bir kızın saçlarından daha sen gibi, ormanlardan kaçarken hüzünlü olmaktan da daha çok sana benzeyen şeyler gibi anlatacağım seni, gitme, pencereyi kapat, filmi başlat, yasla yeşil duvarı bedenlere, eğ biraz şu karşıdan görünen dalları, böylesi daha acı, çünkü ne kadar çok acı çekerse herhangi bir şey, daha ihtişamlı bağırıyorsun, daha ihtişamlı diyorsun ağladıklarını, bağışladıklarını, küfrüne doymadıklarını, şimdi bak camlara, konuş, konuş 85 senesinde ne çok napolyon’dun, ne çok Cengiz, ayakların yere değmezdi anlat, bir bıçaktan daha keskin, hapisteki oto hırsızlarından, ağalardan, piçlerden daha cesur, herkesten daha ön saflarda felandın anlat, ankara’yı sevecek denli kibar ve soğuk, şiir bilecek kadar güçlü, aylak ve kuduz. şimdi yalnızsın birer birer bütün yıldızların altında, bir yandan burada, uzun yeşil bir evdesin, bir yandan hiçbir yerde, uzun süren davanın geniş salonlarında, biraz beklesen attila ilhan çıkagelir, markette unuttuğun aileler, sevgililer ve, sokağın sana doğru uzanan baharında gördüğün çilekler savrulur rüzgarda, kaybolur akşam filmde gördüğümüz kış sahilleri, yanar bir daha filmde içtiğimiz sigaralar, stanley kubrick son filminde kendisini oynamıştı hani o filmde, o filmde ne güzel çıkmıştın sen hani, ve sen Ferhad’ı duyuyordun gençken, sandalyede bırakmıştın mektuplarını okuyan sevgiliyi, masaya uzatmıştın korkudan bileklerini, karanfil lüzumsuzca kırmızıydı ve dikensiz bir bulutun dallarından kopartılımış, yanımızdaydı walt whitman, vampirler düzenlenmişti, şarkıda adı geçiyordu kandırılmış, sihirsiz hayaletlerimizin, sonra durduk ve okuduk, meyveler plaklara benziyordu, meyveler ve plaklar ve kullanılmış cümleler ve tren yolları ve kapılar ve bira kuyrukları ve taze leblebi bekleyenler ve dünya ve susmak bilmeyen çenelerimiz ve silahlarımız ölüyordu , ölüyordu hepsi içlerinden gelerek, sormadan, hesapsız, bakışsız, namlusuz, Kürtsüz, Afrikasız, borçsuz, ve yalnız başlarına. bu iyiydi garcia lorca, bu iyiydi gencecik işçiler, iyiydi bu atlı karıncaya binenler Malatyalarda, iyiydi bunlar ey şairler, kaçıncı sınıfa gittiğinizi bilmeden büyüyor kıyamet, patlıyor yıldızlar, sakin gülerek yetişiyor bir martı olanlara, tanrı kitabı kapatınca kaldığı yeri işaretleyerek, gidiyorsun eskiden bindiğin atlara.

Hiç yorum yok: