Demek ki intihar edeceksen, daha üst katlardan bir ev kiralamak durumundasın…
Dünyayı, bakışları tel örgülerle örülü çocuklara emanet etseler keşke, üstelik çok çalışkan, pembe yüzlü, lunaparka hiç girmemiş çocuklara,
Lunaparkın tel örgüsüne yaslanmıştı çocuk, diyordu ümran, diyordu ümran daha o yaşta yaslanmıştı dört saatlik bir karanlığa, garanti terörist derler ona,terörist olmasının garantisidir bu diyordum sesimi daha çok kısarken ona, ve minibüs ilerliyordu, ve keşke bizi dinleyen kimseler yoktur diye tetiği çekmişim. Utanıyordum, bir şarapnel olsam kesin patlardım yani, bir gök görseydik sabah olacaktı gibi, yani ekonomik sıkıntıların farkında olan bir çocuğun susmaması gerekir, çünkü onların hayallerinde bile kırbaç lekeleri olur, pek yatıştırıcı değildir ninelerinin masalları, hayalleri karpuz peynir alıp getirmeye dairdir, öfkeleri bir tutam öpüşün anneliğine bakar, ve pek izine rastlanamaz oralarda gözyaşlarının, dünya kırbaçladıkça onları sırt çevirirler göğe, dünyayı kırbaçladıkça onlar, bir rahim daha patlar hale gelir güneşe sırt çevirirlerken, ama gecelerden ve geleceklerden kat’a bahsetmezler ne olursa olsun, insana iyi gelen ne varsa taşlamışlardır çünkü, çünkü ayrılık sevdaya dâhildir. Sonra birdenbire öyle bir göç edecek ki bu böyle çocukların her biri, sabah olsun diye kaldırımları silerken babaları, sobaya odun olsun diye baltalarken evlerini anneleri, kahvaltısız bir sofrayı kuracakken yine Diyarbakırlı anneleri, kimselerden habersiz ölmeyi bu kadar profesyonel yapmayı beceriyorlardır yine anneleri, dinleyenlerin Müslümanlıkları dolayısıyla yine, bakanların fütursuzlukları yüzünden, ne de olsa artık baktığımız şey baktığımız şey değildi ya artık, ne de olsa ikiye parçalayacakken kendini yine anneleri, objektiflere yansıyamamışlardır, suçları sabit, pop müziği dinleyip sokaklara çıkmayı özgürlük bilecek kadar zeki ve andaval hisseden başka bir kalabalık da var nihayet, kargışın, ağıtların ve ceylanların ve kendinden arta kalan kalabalığın ortasında sesi sonuna kadar açıp kulaklıklarıyla o kadar çok özgür olabiliyorlardı ki, sanırsınız yeminleri bozulacak görebilseler, çünkü onlar da başka bir kalabalık oluşturmuşlar, ancak kendi kalabalıklarına yetiyor kalabalıkları, ve bir sürü rüyayı son bir kez daha göremeyecekken anneleri yine, gölgeleri kendisi olan çocukların, olmayacaktır bir daha soyu sopu, onlar artık ne sadece rehnedilebilirler karanlığın içinde, ne de sadece çocuk kalabilirlerdir anneleri olmadan.
Çok hüzünlü şeyler olacak, çok, bıçak kemiğe dayandı dayanacak nihayet. balkona astım dumanımı, ve çektim üstüme tümünü, bahçelere astım perdelerimi, saatimi kurdum hüznün maviliklerine, sırlarımı açtım sonra, okununca gitmiş sanılan denizlere uğradım, çok hüzünlü şeylerin olacağı apaçık belliydi bundan. Ve susmak sanılıyordu ağlayınca, bu benim sustuğumu, bu hüznümü ve şarkılarımı kurşunlatmışlardı oysa, kısa süren bu sessizlikse temmuzdan beridir ceplerimde. Kıştan mı, çayın deminden mi, mutluyuz gibi dolaşıyorduk işte, işte bu son rötuştu kadere, birkaç dakika daha gecikiyorduk yine yeni şehirlerin bulvarlarına saklanmaya, birkaç dakika daha verildi ve yerlerimizi açık ettik, acının tarafındaydık acıttıklarımızla birlikte, hüzünlenmemiz şarttı, bakışların bizi görmeyişi kadar şarttı kar düşmesi saçlarına, ne de olsa şairin de dediği gibi, gördüğümüz yerde gördüğümüz, gördüğümüz de değildi bundan böyle.
Satırlara sığmadın diyor Orhan abi, hem makinist de çok pervasızdı, gittiğimiz yerde değildi gördüğümüz şehir, caddelerinde mozaik adımlar bıraktığımız şehir değildi bu akşam şehir, konuştuğumuz susuşları biz konuşmamıştık neticede, onun için büyük gemiler olmadan da bitebilmeli durduğun yol, kuşlar felçli çocuklarını bağırmaktan kendini alabilmeli, mutsuzsak mutsuzuz işte yapacak bir şey yok, derinsek derinizdir çıkacak değiliz kuyudan, ve altını kısmadan götürebiliyoruz bu savaşı, biz ve bizim gibi diğerleri arasındaki yoğun çatışmaların içinde.
Sayın engin ölmek üzere bekleniyorsunuz diye bir satırlık infaz gelir boynuna Muhsin beyin, mektubuna karşılık neler geliyor insanın başına, kurtların kendine taraf gelen sürüye bakmaktan boyunları tutulmaya başladığındaki halleri geliyor aklıma, kuzunun ciğerinin taptaze olduğu zamanlar, kızların diri göğüslerinden fırlamış gibi en lezzetli kıvamına geldi geliyordur zamanları, ama Muhsin bey bişey demiyor, bir parça koparıyorlar yine de, koparıldıkça büyüyen insanlar görüyor beşiklerinden beridir tutuklu, ama bağırmasına mani olmaya kimin gücü yeter, kim onca öfke biriktirebilmiştir ki bakışlarında, hangi tufan daha gemiler hazır değilken patlar ki, nuh bile bunu bilmemişse vay halimize. Ama ne o bunları bir hayat edinip güvercinler fırlatmaktan vazgeçer boşluğa, (kekliklerinin uçuramayacağını kimse getirmemiştir aklına) ne de gergefsiz döşenmesine pek lüzumu olmayan hayatı uzaklardan kolaçan etmeye razıdır, işaretleri silinmiş bir göğe benzer ranzalardan bakınca bu küslük, sokak çocuklarının öfkeye benzer gülüşlerini andırır gülümseyişi, düşünüşlerini andırır sözleri, kuzuyu kurda teslim eder etmez arkasına yaslanan kötü senarist, başını kaşıyacak vakti olmuyor nefretinden sanki, ve tırnaklarını boyalamaktan ağarmış nerdeyse gök, boynu tutulmuş bakmaktan hedefine, bir çıkıp gelen olur diye saklanmış, dinlemekten soluğu kesilmiş belli, ve bu kent gidip gelip mahşeri andırıyor ne zamandır,
düşmanlarımız olduğunda, yaşamayı borç biliriz daha…
1 yorum:
ilk cümleyle siperlerimizden fırladık amcamın büyük oğluyla. ancak kurşunlar içinden leblebi tozu saçılınca üstümüze gülüverdik. başlık şart hafız. başlıksız bir kedi değildir kara. buyrun...
Yorum Gönder