4 Mart 2011 Cuma

xerez, okunması kimsenin istemediği kadar güzel, telaffuzunun yasaklandığı devletlerin kendileriyle santim ilgisi olmayan, kendi dilinde bir köyün ismi o kadar, böyle dal taşak olaya abanalım istediğimden değil, sade içime böyle bişeyler geldiğinde, benden başka birilerinin de hüzünlenmesini bir insanlık şartı olarak gördüğümden, ve bu hüzünlenme işi gerçekten gerekiyormuş ki ,onca kitap gazete basılıyor matbaalarda her gün, tamam kabul herkes herkese bir parça bile olsa ihtiyaç duyar geniş zaman kipinde. Demek bizim içimizde yer alıyorum, ve kendi heyecanlarımı size emanet etmekte bir beis görmüyorum. Biraz dinlenmek iyi gelir diye düşünmüştüm, gayet doğal…
xerez; nasıl söylesem şimdi, ispanyanın ve kürdistanın ortak günahı.
abi yasak masak, ben bu bakışı bakarım, abi yasaksa yasak, ben; bir konuk olarak tükenmeğe ve yitmeğe devam edenler için ağlamaktan başka bişey yapamıyorum, abi yasaksa yasak, konuşma, konuşamıyorum çünkü, bak ben o kamyona biner, o silahlara uzanır, ateşlerim bir gün kendimi, ben bu sözü derim, çünkü her kaçış biraz daha illet ediyor bizi, her şeyi mutsuzlaştırıyor, her şey paravanlaşıyor, pervasızlaşıyor insan herkese, son bulmak istiyor, son bulmak istiyor herkes şimdi. Gel al şimdi bu kaçarkenki geri dönüşlerimizi bizden. Martılar bizi görünce silahlanıyorlar, abi bu mısra yasak çünkü…
Bu terimiz, bu soluğumuz, bu gözyaşları ve şu karşıki evler, bu dumanlar, akşamlar, artık bu İngiltere, bundan böyle demir kapı, kör pencere filan, bardaklar ve sigaralar, savaşa, devlete ve rahata dâhil, kargayı gözetleyen dişsize, özleme ve nefrete dâhil. İstirahat etmiyor kimse yeteri kadar, yavaşça yalnızlaşıyor herkesten, ve mesaileri çok abartıyor devlet denen şaibeli şey, bunun için bazen düşünemeyebiliyorum, akılda kalan bir tek dize bile yok nerdeyse etrafta, sade kalabalıklar oluşturabiliyoruz sahnede, mesela adı bile yok bu rüzgarlı şeylerin, yok kağıdı ve parası kumbarasında, kağıda dökülür elbet bir gün bu sessizlik ama, elbet bir gün şimdiki gibi bir güneşin doğuşuna şahit gösterilebileceğiz ama, elbet keşke hiç başlamasaydım diyecekler nerdeyse ve, elbet burada martıların ne işi olur ki hem, burada tokluk ve rahatlık yok ki maaşlarımızdan gemi alabilmeye, makyajını tazelemeye bir daha, bir cekete yağan yağmuru dindirmeye, yani bir duruşu olamaz kimsenin, güzellik ve şımarıklık şimdilik yasak,  güvertesini indirmiş gemilerden inen bütün tayfa, birazdan buraya dolacakmış gibi hazırlıklı ölümlerine,  bu ne biçim ölüm şimdi, bu ne biçim saraydır ki padişahın kucağında sapsarı çocuklar, ki adamlar nehri çoktan geçmişseler, yazık ki dolunay perçinleşecek, bu ne biçim bir yazı ki, kim nerede ne yapmakta bunlarla pek ilgilenmiyor, biraz dinlemekten, biraz söylemekten yana, biraz da anlamaktan ve yargılamaktan, birazsa her anladığından ölümü çıkarmaktan yana hep, benim azıcık kabahatim varsa bunda, bu yazılar hep ağlamaktan yanadır da ondan,
Yazmak hep kapıyı çalmaktan yana olmaktır çünkü, bir nevi herkes kaçtığında bu kaçmaları övmektir, bir mühim meseleyi gebertmekten geçer yani yazmak, yani sualleri yakmaktan yana durmaktır, ve ne yazık ki gerçeği bulamamaktan kaygısı olmayandır yazmak…
hırlamaktan davasını düşürmüşler onların, ilaçlar almışlar gündüzlerini hatırlayamazlardır, cümlelerden kopan parçalar yaralamış etlerini, sıksan ağlayacak bir duvarları bile olmaz. gene mecburum, deliyim, başım dönüyor,  gece olmuş bulut sönmüş bizim arka bahçede,  kitaplar doğruyu söyler söylemez eğecek başını, inecek ateşim perdenin devrik ateşinde,  
yangınsız, sualsiz, dekoltesiz bir akşam, tanklar kırlangıçların yuvalarından sektiğinde, İsrail bir kum kadar çalgısız ve gururla, sunar akışsız merhametini göğsümüzden içlere

1 yorum:

Süleyman Unutmaz dedi ki...

hafız müsveddeye resim ve şiir koymaya kalktım.resim koyamadı. ben de mustafa akar okudum. şiiri az soora bloguma koycam.msnyi aç.sana resim yollarım. o resimle şiirimi koyarsın.ok?