4 Mart 2011 Cuma

pıçaksı bir marta giriş kapısı

Zaten buraların havasında hep bişey var, bana yaramayan, bana dokunan, beni endişelendiren, okusan geçmez, yazıp çizsen bitmez, soğuk, kırıcı ve ketum bir hava. Zaten ben de pek sevimli biri değilimdir hani, sevdiğim şeylerin sevmediğim şeylere sayısal üstünlüğü felan hiç olmamıştır, ben de bana benzeyen herkesle beraber çoğu kez mutsuz ve sıkıntılı, çoğu kez kendime bile kızgın, sık sık mide ve baş ağrısıyla uyanan biriyim. sık sık kaçmak gelir aklıma, ama kimse bilmez, ama kurtulamam bu yavşak memurluktan, ve başkasının bilinmeziyle uğraşacak vaktim hiç olmadı desem yeridir, hatta yeri olan başka konular da pekala vardır, ama burası onları açabileceğim bir yer olmaktan çok uzak ve o ağır konuların yeri olacak kadar büyük, geniş salonlu değil, o tür olayları, ve ya özneleri açmak derdinde değilim bugün, bugün nasılsa bozuğuz.
Herkesin bir işi var anladık, herkesin günahı sevabı bir de koltuğu sonra, herkesin en sevdiği şarkıları duyunca aşık olası tutar amenna, tutar bir dünya dolusu keder getirir eve herkes kendi adına, herkes kendine çok yakışacak bu acıları nerden buluyorsa buluyordur bize ne, bunu biz bilemeyiz, yani sonra herkes bu acıları, kederleri buldu ve getirdi, yalnız getirdiğiyle kalmaz bunları olabildiğince paylaşmaya karar verir, bunlar olabildiğince acıtmıştır kendini, bunlardan olabildiğince kaçar herkes, sonra bir tek kendisinin yaşadığına veya yaşayabileceğine kanaat getirip, kendine acı veren aynı kederlerden dolayı, hem hüzünlenip hem de heyecanlanmasını öğrenir, artık bir erkek olmuştur, ama sünnet olayına yanaşmayan.
O biliyor kimin neleri var ve perdeyi kapattığında kime kapatmış oluyor, o biliyor daha fazla ilgi gösterince İstanbul’dan çıkmış olurum aslında, benim yeşil bir ülkeye göçmüş kahverengi denizlerim vardır aslında, o biliyor, biliyor ve bunlara çok ehemmiyet veriyor, bunlar günah sayılmıyor, yani dün çok unutulmuş bir bakışı hatırladımsa bile bunda kaygı edecek, tasa edecek bir pıçak yoktur ki bazen, bazen insan bu şiirin herhangi birine yazılmış olmasını ne çok, hem de öyle felaketler, kasırgalar kadar ne de çok ister bazen değil mi ki ya, sanki üç beş hece hiç bir araya hiç bitiştirilmeyecek gibi, bildiğin hiçbir şey bildiğin herhangi bir şeye benzemeyecekmiş gibi, saatleri ayarlanmamış kentler, uçurtmalarını giymiş çocuklar gibi ve inşaattan düşüyoruz gibi. Yahut hiç olmamışsa bildiğin her ama her şey, yani öteden beri hiç bir şey gibi değilse bu bildiğin, bu senin büyüdüğüne dair unuttuğun en büyük eylül aylarıysa öylesine yaşlandığımız, ya da büyürken unuttuğun bir sevdaysa bu, vaktin yoktur vurulup dövüşüp parçalara ayrılmaya, gideceksen tek vesait var bu saatte.  
hadi baştan alalım soğuklar başlamadan, otobüs o güzelim kırmızı renklere boyanmış olmanın hakkını vermedi hiç, faithless olmasa kimse barışmaya yanaşacak gibi hissetmiyor kendini, herkes hasta, herkeste bir kıtlık kırandır, kar borandır gidiyor. bu aralar duygusal takılacak denli uyuyamıyorum da, ama hikayelerim var içinden kimsenin kaçamayacağı, yani ben kimsenin kaçmadığı küçük, minnacık bir hikaye biliyorum, istersen sana da bahsedebilirim, dur bahsedeyim o vakit.
ben kendi kaçışlarımın polisiyim evvela, kaçtığım kişinin silahlarıyla vuruldum, nefes almak bir refleks olduğu için hala yaşıyorum, ben kendimin tabiatı olmaktan çok ama çok sıkıldım, kendi maviliğim bana ya yetmiyor, ya da ben aynı tonlarda resmedilmekten ziyadesiyle bıktım,

1 yorum:

Süleyman Unutmaz dedi ki...

güzel. sanki içinde yaşlı bir yazar var haaaaa