22 Mayıs 2011 Pazar

kurtul

üç aşağı beş yukarı kazanıyorduk, fare deliklerindeki generallerin kupayı bizlere göstermeden yaş günlerini, yıldönümlerini ve diğer bütün zıkkımın köklerini kutlamalarından iyice seçilmeye başlamıştı heykellerinin kırılmaya başladığı, onlara epeyce sadık olarak inananların konuştuklarıyla geviş getirmelerinden de gözükebilmeye başlamıştı şampiyonluğun kime geçeceği, ne de olsa eksik taraftar da bir şanstır, kendi vişne bahçelerinde kendi vişnelerinin bittiğini kanıtlayacak yeterince senyör yetiştirdiler bile, örgütleyecek daha çok budalalarının varlığından kaynaklanıyordu bu uzun sürme halleri ama, sınavlar gelmiş çatmış, lokmalarımız daha iriceydi, olduğu gibi aşağıya sarkıtmışlardı bizleri balkondan, ama çırpılmıyorduk bi türlü, neyimiz var neyimiz yok üstümüzde çıkıyordu böylelikle polis sorgusunda, böyle buyurulmuştu bize, herkesin birilerinin kanaatine ihtiyacından kaynaklı olarak, herkes birilerinin gözünü istiyordu gözünde, ilk bakışta rüzgarlı bir havadaydık diyebilirdiniz herhalde, ve tırnaklarımızı koparmanın heyecanıyla gözyaşlarına yenik düşmüşlerdi bazıları, hazır korkma bebeğim diye söylenesim varken birilerine, eksiklikler alel acele giderilip, başka çocuklar üzerinden dövülüyor, onların yerine azarlar işitiyorduk, ve nereye yaslanacağımızın tabelaları çok güzel planlanmıştı, ne bir eksik ne bir fazla, binlik banknotlarla kandırılabiliyorlardı, ve birdenbire üniversite yıllarını aklıma getirmenin daha iyi yollarını aradım o sokakta, çıkmaz sokaklar ve sokak lambalarının sonu aynıydı, çok yukarılarda birisi daha vardı, o sallandırılıyordu, madem elimizde içkilerimiz kalmıştı, öyleyse elimizde kalanları sevmeye mecburduk, yoksa eve içmeye nasıl gidebilirdik ki hem, ve eve gidince ev bomboştu, komşunun çocukları hala çocuktu, bir gösteride ne gösteriliyordu sorularıyla tıklım tıklım idim, tanıklığımın hiçbir işe yaramayacağından kuşku duymayı bilmiyordum, ilerde kesinlikle çok protest olacağım içime sinmeye başlamıştı, çünkü o büyük kalabalıkla tanışmaya can atıyordum, sevinçlerin ve ölümlerin paylaşıldığına dair sıkıca bir şeyler söyleniyor gibiydi, sokaklardaki pencereler ağzına kadar doluydu, anlaşılan bazılarının şarkı söylemesine duyulan istek, şarkı söylerken ölmesine kadar gidiyordu, hele hele bağırarak gittiyse ne mutlu türküm diyene, verhasıl ağzımıza ne geldiyse söyledik biz de, çok ağır laflarımız duyulmadığı için sayesinde bizi almayabilmiştiler ve fakat, eli kulağındaydı kundaklanacağımızın.

ama kurtulduk, sana gitme demiştim belki bu yüzden yüze yüze kurtulduk, şimdi sen ona kadar sayınca kurtulduk…

bir bakışın kolera yanığı görüşündeyim şimdi, şarkılar o kadar saydam ki içine alabiliyorlar beni, taşıyorlar uzaktan akraba hüzünlü amcalara. O beni amcalarıma taşıyan putlarım! Vişnelerimi almayın, çünkü elleriniz çok büyük sizlerin, ama çocuklar nerdeyse gördükleri her yerden el sallıyorlar bana, ne yazık bir kadının lazımına gelen ne varsa çocuklar kırıp döküyor, çok şişmanlar hatta, hatta o bakışların altında ne büyük evler vardı deprem görmeyen dudaklarıyla söyleyemedikleri, insan olan utanır bu putluğundan, hani bizi hep biraz daha veremli gösteren, hani olmadık zamanlarda göğe bakmayla sevdaya bakma arasında bi yerlerde kalanlar için hep göğe baktıran, gözlüğü icad edip otobüsü kaçıranlar için aynı parantezi açan, yani nerdeyse hep iki yol vardır, mesela ya gözyaşı ya da yatağı toplamak gibi, ya birdenbire bir perde örtülüdür ya da insan ağzından kaçırdıklarıyla hep yanmalı, ve işte son, ve işte son, işte son,                                                                                                   nereye gideceğimizi gitmemizi isteyen putlarız bizler asıl, büyük başlı kır yamaçlı dağdan düşen…

denizler görebilir seni, okşandıkça saçlarından kırmızılar dökülür, sen zuhretmiş bir yıldız gibi kokuyorsun hatta, hatta belki bir film gelir, bir film bile izleyebiliriz şimdi, şimdi bir katmer ekmeğinin arasına çilekler konmazsa eğer, bizi ortasına alan camlar çatladığında dahi kaçamazsın, kıpırdama kaçamazsın- atlılar henüz gelmedi, baştan aşağı kandan ibaretsen dahi, şu elimdeki kitaptan birkaç paragraf daha beklemelisin, yoksa yalnızlığı boğarsın kendi derinlerinin böceklerinde, yoksa utana sıkıla girdiğin o ev, çillerinle boyanır, dur kaçma ve kıpırdama, kıpırdamazsan sana çilek alırım, böylece çocuklar hep el sallar ikimize,

Hiç yorum yok: