22 Mayıs 2011 Pazar

she is my rushmore max !

çiğdemlerin adı olacak o zengin kentlerin küllerine batarak, yine de tertemiz sakallanmakta güvercin kokuşlu sahipleri.  ışık, biriktirilmiş hüzünlerin bir sağdıcı sanki, tutuyor ve beslendiriyor tüm ağrıları, yorgun düşmeyeceği için ayakkabılarını çıkarmadan edemiyor sofraya oturtulduğunda, gerçeklerin nefis kokusuyla arıza yapmış ruhları götürüyor kumsala, sıcaktan bayıltıyor orda herkesi, hatalar yapılıyor, ölmeye bakılıyor uzaktan, yalanlara kızılıyor, sevmeye kızılıyor, yakınlara kızılıyor, ve koşuluyor evdeki kendilerine olan tahammülsüzlüğe yetmek için, çantanın sapından tutuyor avcı ama yakalayamıyor sınırları, kitapta geçen adların hepsini temizleyip eve çıkarıyor, kıl payı kaçırıyor sevilmeyi bir başkasından önce, ki balkon demirleri kilitlenmiş, kum saatleri akmıyor artık, güneş gölgeden bir çamaşır askısı, dün mü bugün mü bilemediğimiz, adını pek hatırlamadığımız bir karanlıkla buluşmuşluğu suçlarının örtbas olmasından önceye denk gelmiyor , denk gelmediği için hala esrar taşıyor ceplerinde, kırılmış pençelerini kırıldıkları yerlerine alıştırıyor, sigarasının köpüklerinden yaptığı kara dumanların hışırtısı olmadığı için sade seyretmekle kalıyor ona ait olan sahneleri, ki dinlemekten seyretmeye  imkanı olmamıştı şimdiye dek,


Büyük ırmağa akmasıyla başlar çocuğun gözlerine değen sular, ne lazımsa giderir dağlar aşağıya doğru, küslüğünden perdeleri havalandırabilirdir artık, artık nerdeyse bir bahardır ve kızarıyor gözler, polenler var hastaları hastaneye götüren, torpili uygun gördüklerinden olacak ilaçlar yazılıyor işten çıksınlar bahanesi olmayan erlere, bir sürü daha diğer şeyler oluyor ama kapıdan içeri alan kalmamış onları, halbuki bir yangın çıkabilirdi döküntü ormanlarda,- kızıyor ve gülümsüyor ahşaptan yaptıkları kalelerden pencerelerinde herifleri o kadınların, içeri girdikçe kravatlarını gören, kadife mor ceket yerine koyu siyah dar ceketleri olan, durmadıkça sallantılı olabiliyorlar, akıllarına gelseydi intihar söyler dururlardı, ve bakakalmaktan daha iyi ederlerdi geçmeyi ve gitmeyi çok iyi yapanlar, sadece gece sandıkları odalarının loşluğunda iyi geçinebiliyorlar hiç kimselerle, ey diyecek kimseleri de yok halbuki. nihayet bahçeye çiçekler asmışlar kadınlar evdeki tek tencereden, çilekleri alkışlamak lazım bu sayede onları hayatlaştırabiliyorlar, gazete ilanlarına benzeyen laf değiş tokuşunu beğeniyorlar, denizleri olan kıyılarda koşmayı kaçırmıyorlar, imdat çağrısı gelmişse dört elden birden sarılıyorlar tren soygunlarını dinlemeye haberlerden çıktığı kadarıyla, bize ellerinden geldiğince, insaf edebildikleri ölçüde gülmeyi başarabildiklerine göre, birazdan akşam olacağı garanti ediliyor, Pakize hanım da çok şişmanlamışsa kırıtamaz böylece, ama bu yalnızlık da nerde çıktı, çok zor bize, kiralık olsa iyi giderdi, oynuyorum ve nerelere assam kendimi sigaram söndürüyor oyunları, zıkkımın dibine ulaşmağa birkaç viraj kalmışken haberimiz oluyor telefonun az duyulan sesinden,


 itaat edeceği duyuluyor ta yarından çıkmış bir tonda,  körkütük yürürken, saygı almış başını gidiyor, ortada henüz fol yok yumurta yok ve buluşulmadan bu kadarını edebiliyorsa günahları bize yazılsın artık yazık, insan bir kere filmlerde gördüklerinin de tekrarlanacağını bilmese, ağlar ağlar ağlar, o yolları yürüyemez, bir rehbere ihtiyacı olacağından değil, karşılıklı hissedilmesi gereken şeylerden bıkıp usanmadığı ve tekrar düşününce de hemen bıkılası şeylermiş gibi olduğundan yaşayacakları, bunu biliyor ama söylemiyor, yorganın altında, güzelliğinin iftarı bozulacak, bu bir taşıt bulmaya kadar sürmeli lazım gelen şeylerden birisidir, yağmur yağmıyor, açız, sıklıkla kocalar ve karılar, caddeler ve erikler, sıklıkla kapıların açılması ve sevinç çığlıkları, belki bir dansa kaldırılması gelinin sıklıkla, anlamın bile kayıp tutulduğu bir korkak sevimlilik, işte bu hepsi, sıradan ve egoyu doyurmaktan öteye olmayan, duvar her zaman ki yerinde, bir kıvılcım yetiyor ayağa kalkmaya, teferruatını bilmesek bile yarıyor o patlama gözbebeklerini kaldırmaya uykulu zamanlardan,


madem sarılması yok bize, dağılmamız takdire şayan, ki onun da aşağı kalır yanı yok özlemeye, şahıslar çoğalıyor gördüğünüz gibi, önler ilikli, gergeflerinden yapılıyor sanki kadınlar, çocuklar herkese eller sallıyor, çocuklar bana el sallıyor, gelecekten de esinlenebilir diye





Hakir

İçimin canına okudum

Bu yüzden sadece ona


Yine de kalktım gezdim dünyada
Beyaz!
Güya bembeyaz şeylerden bahsedecektim
Lirik parmaklarıma dökülen mürekkeple canıma bulaşan ağu mesela
Madencilerin elindeki demirin ağrısı ya da
Tam ortasındayken bir ömrün
Bulaştı canıma dinmez bir masal
Bir kalmak acısı


Aslında bembeyaz şeylerden bahsedecektim
Bir güle kırmızı davranmanın hikayesinde kaldım
Toydum ve hakir
Dedim bileye bileye ettiğimiz bu heykel ne kadar da çirkin
Ne kadar da sakar şu ettiğimiz akıl
Şu dalgın merhamet
Şu yol yordam


Yine de kalktım yürüdüm dünyada
Leke bir kalbin kenarındaki yavaşlık
Soğuk bir yüze bulaşmış masal gibi
Yuvarlaktır dediler dünya
Yanlış ve uzundur anladım


Kalktım ben de yürüdüm bir sürü yanlış fotoğrafta
Zehir zehir çevirdiğim sayfanın kalbinden edindiğim leke mesela
Toydum ve hakir
Dedim dilerim sokak öldürsün sokağa seslenenleri
Sonra umur vurulunca bir kalbin ara sokağında
Sanki dünya iyileşmez anladım
Dünya ve doğu iyileşmez asla


Üç çizik attı kalbime doktor
Her sabah aç karnımla üç kere seni unutmalıyım sandım
Kalktım bıçak çektim dünyaya
Toydum ve korkunç hakir
Yine de kaldım
Kaldım ve sandım
İçimin canı yokmuş
Kapkara bir kelebeğe acilen kiralıkmış kalbim


Sonra sessizce alnından indim
Bıçak çektim dünyaya


Seyyidhan Kömürcü

Hiç yorum yok: