22 Kasım 2010 Pazartesi

yavuz çıkınca evden

Yeni bir sigarayı damağına dokundurursun biraz, biraz yağmur yağar, çıtı çıkmaz mavinin, kediler gözlerini satmışlardır perakendecilere, uyku saatleri yaklaştıkça büyürsün durmadan, metal renkli radyodan bir şarkı seçersin yeşile doğru, günah bunun neresinde ki zaten az ilerde ineceksin, mayınlara basmadan edemezsin sen, biliriz, kırmızıların efendisisin, cumartesi akşamlarının el ele tutuşan çiftlerinden beklediğimiz kıvılcımlarısın, biliriz.

Yanmasaydılar geriye kül bırakmazdılar tabii, sıcak, kavurucucu bir göğün bi türlü mavi tonlarını saçamadığı o geniş çöllerin hüznünden gelmişlerdi, buralardan sadece geçip gideceklerdi, sadece inanacaklardı çöle varınca, kederi, bin bir gece süren kıtlıkları ve depremleri yurt edineceklerine, dudaklarına yapışan kupkuru kelimelerinin yarınlarınkinden çok daha sadık kalacaklarını. Güzel şarkılar dinleyecek, el işi hırkası sırtında, dünyanın omzuna el atarak yakasından çekiştirecek yıldızları, aya su verecek büyür diye, bir buçuk porsiyonluk hayatını ağzından çıkaracak kadar bir balık yutuverecek denizi bulduğunda. Denizi bulduğunda üstü başı topraktır ve topraktan olmuştur, su dokunduğunda ellerine çamurlanacağını taşlanacağını bilmeden en büyük adımlarla uzanmaya kalkar okyanusların korsanlarına, ne var ki demir eldivenlerini giyinmiş hayat bir kere daha bizi umursamadan gemilerini yakmaya hazırlanmakta şimdi, oyun öldüğümüzde başlıyor şimdi ve karanlık olmadan bastırmıyor kimselerin karanlıktaki dengi. Üç başlı bir başkaldırışta her orduya bir cellat versen asilerle boğuşmaya, yani akşamdan kalma bir kabusun devamı niteliğindeki renkler gibi gökkuşağı artık başka taçlar alsa zırhına, kuşatsa bulutların siyahını, Ermenilerin gönlünü alsa, yine yenişemez hiçbir söz, asılı kalır bir kürt dervişi idam sehpalarında, kimse yetişemez sevabına günahına, çünkü ölmek herkese yakışır tadına bir kez varınca.

Çünkü su damlası imzasını bırakmıştı sızdırdığı göğün alt katındaki kutsal topraklara. Memur dediğin böylesine ruhlu olunca devirmek hanları, kâbusları ve onların birikmiş küfürlerini zaruri değil midir o çağın külleri, ceset yığınları, niçini nasılı olur mu kurumuş fırtınalardan doğan medeniyetlerin? Yeni sancakları yeni bir medeniyetin omzuna bırakıp, başka hayatları eski hayatlardan çıkarıp sökmek ve rüyalarından aksettirdikleri İremlere kurulmak, söylemek ağız tadıyla türküleri tam da kamerler henüz gençken, sigaralarının küllerinden yakabiliyorlarken şehirleri, bir de uykularını kaçırır gibi eli maşalı çıkabiliyorlarsa mangalarının başına, hiçbir yurt toprağını saklamaz eşkıyasından tutun yılmaz savaşçılarına kadar, siz deyin ateşleriyle gelmekteler ben diyeyim rahat bırakınız tayfunları, salsınlar yüreklerini haritalara, kan akıtsınlar kılıçlarıyla başlarına koymak için, alınlarını paklamak üzere.

Kirpiklerime kavuşunca ben, işin içine duygularımı karıştırıyorum, trajik bir filmde buda heykeline dönüşeceğim gelir ama teselli etmiyor gözyaşlarım mendilimin kızgınlığını, hür ve zeki olmaya hacet yok, yani kıyıda köşede ağlaşabiliyoruz beşi bir yerde. Efektler sürpriz oldu herkes için, süper egom yerli yerinde, bir defaya mahsus her şeyi bilmekten söz ediliyor şimdi, maça papazı farz edelim kendimizi, ellerimiz mecburi hizmete doğuya gelir mi bizle beraber. düşünmek kötü bir şiirdir belki, suçlarının üzerini toprakla kapatmaya çalışırsın biraz, kelimeler ne yaptığını anlayınca rüzgar işe koşup dağıtır kumunu çakılını üstümüzdeki, en iyi reklam filmlerinden üç beş kırıntı, hal hatır sorulduktan evvel şeylerde var misal, önce keseceksin göz ucuyla şairane, sonra akılda kalıcı bi kaç yorum yaparsın, orda tüyü bitmemiş yetim hakkı belirecek ve kaçacaksın durmadan eli kulağında intihar komandolarından,

Hiç yorum yok: